Ran Hirschl’in din ve devlet ilişkilerine dair modellerine göre Avrupa ülkeleri çeşitli sınıflandırılmalara tabi tutulabilir bunlar;
Israrcı veya zorlayıcı sekülarizm; (Fransa)
Zayıf dini kurumsallaşma; birçok Avrupa ülkesinde görülen, resmi olarak tanımlanmış fakat sembolik ve temsili hale gelmiş devlet dini / kilisesi modelidir. Bu modele örnek olarak Almanya, İngiltere, Norveç, Danimarka, Finlandiya, Yunanistan ve İzlanda gösterilebilir.
Kurumlar arasında şekli ayrılığın olduğu ama fiili durumda bir mezhep/dinin üstünlüğünün bulunduğu durumlar; özellikle nüfusun çoğunluğunu Katoliklerin oluşturduğu İtalya, İspanya, Polonya, Malta da bu modele örnek olabilecek ülkelerdir. İrlanda da, 1973 yılındaki anayasa değişikliğine kadar bu kategori içerisindeydi.
Bu ülkelerde, hala kanuni düzenlemelerde ve diğer mevzuatta, özellikle evlilik, aile, eğitim gibi konularda Katolik mezhebinden alınmış birçok hüküm bulunmaktadır.
2000’li yıllarda Avrupa ülkelerinde siyasette bu kafanın olması çok enteresan. Siyasette bu kafayla yönetilen ülkeler Türkiye aleyhine çok sayıda yalanı gerçek gibi kabul edip Türkiye’yi eleştirmekte.
Avrupa’nın değişik bölgelerinde farklı Hristiyan mezhepleri hâkimdir ve farklı uluslaşma tecrübeleri yaşamışlardır. Bu sebeple Avrupa ülkeleri arasında din devlet ilişkilerinin gelişiminde farklı uygulamaların ortaya çıktığı söylenebilir. Bu çeşitlilik din devlet ilişkilerinin günümüzdeki düzenlenme biçimlerinde de etkilerini hissettirmektedir. Bu nedenle devlet kurumları ile dini örgütlenmelerin ilişki kurma biçimlerine dair tek bir Avrupa uygulamasından söz edilememekte, aksine kafa karıştıracak ölçüde bir çeşitlilik mevcuttur. Ancak tüm bu farklılıklara rağmen yine de seküler devletleri diğerlerinden ayırt eden ortak bir temelden söz edilebilir.
AB üyesi ülkelerde din devlet ilişkileri farklı şekillerde düzenlense de devlet bir dinin veya mezhebin inanışına ilişkin müdahalelerde bulunmamaktadır. Hatta cemaatlere bu alanda giderek daha fazla özerklik tanınmaktadır. Zorunlu veya seçmeli din derslerinin içeriğinde dini cemaatlere söz hakkı tanınması veya cemaatlerin bu hizmetleri doğrudan kendilerinin sağlaması bunun bir örneğidir. Ayrıca dini görevli yetiştiren yükseköğrenim kurumları ile cemaatler arasında ilişkileri düzenleyen, ayrıca cemaatlerin yurtdışından dini görevli getirebilmelerini sağlayan düzenlemeler de mevcuttur.
Avrupa toplumunun siyasi tercihlerinde son 15 yılda gerçekleştirilen terör saldırılarından sonra başlayan aşırı sağa doğru eğilim artarak devam etmektedir. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı ve İslam karşıtı partilerin oy oranlarında büyük artış olmuştur.
Bu durum ulusal parlamento seçimlerinde de söz konusudur. Almanya’da göçmen karşıtı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin son anketlerde oy oranını yüzde 9’a çıkarması ve parti liderlerinin artan şekilde aşırı sağcı söylemleri kullanması kaygılara yol açmaktadır.
Seçim sonuçlarıyla aşırı sağcı partilerin söylemleri ve eylemlerini genişletmesi olası gözüküyor.
PEGIDA adıyla bilinen ve kendilerini Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar olarak tanımlayan hareketin faaliyetleri endişe verici boyutlara ulaşmaktadır. Almanya ve Hollanda’da etkin olan bu grup yakın zamanda İngiltere’de de bir uzantısı kurulmuştur.
Mülteci akımı sonrası güçlenen PEGİDA’nın geçen yıla nazaran üyelerini arttırdığı gözlemlenmektedir. Örneğin; Köln’de yeni yıl kutlamaları sırasında yaşanan taciz, saldırı ve hırsızlık olayları şüphelilerinin büyük bir kısmının Kuzey Afrika ve Orta Doğu kökenli göçmenler olması bu tür İslam karşıtı parti ve sivil hareketlere söylem üstünlüğü kazandırmakta ve Müslümanlara yönelik önyargıları arttırmaktadır. Olaydan sonra mültecilere yönelik saldırılarda da artış gerçekleşmiştir.
Avrupa’da İslam düşmanlığı son zamanlarda mülteciler üzerinden yürütülmektedir. Bu duruma örnek olarak şu örnekler verilebilir. Fransa’da çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu 2.500 kişilik bir mülteci kampına saldırı düzenlenmiş ve dört kişi yaralanmıştır.
Almanya’da da aşrı sağcıların mülteci yurt ve barınaklarına yönelik saldırılarının arttığı gözlenmektedir. 2015 Kasım ayına kadar 1.305 saldırı kayıtlara geçmiştir.
Köln’de 20 kişilik bir sağ eğilimli grup şehir merkezinde altı Pakistanlıya saldırmıştır.
Ayrıca Fransa’da Seine et Marne bölgesinde Müslümanlara ait mezarların tahrip edilmesi de İslam düşmanlığı olarak sınıflandırılabilir.
İslam karşıtlığı sadece fiziki saldırılarla gerçekleşmemektedir. Avrupa toplumu içinde yaşayan Müslümanlara diğer toplum üyelerine uygulanmayan birçok ayrımcı muamele yapılmaktadır.
Cardiff’te yaşayan mültecilerin barınma ve yemek alma haklarını kullanması için renkli bileklik takmaları zorunlu hale getirilmesi, Almanya’nın Bornheim kentinde mülteci barınağı yakınında bulunan bir kapalı yüzme havuzuna erkek mültecilerin girmesinin yasaklanması, Danimarka’daki Randers şehrinin belediye meclisinin, okul ve kreşlerde domuz eti servis etme zorunluluğu koyması, Avrupa Parlamentosu, Anadolu Ajansı’nda çalışan başörtülü muhabirden başı açık fotoğraf çektirmesini istenmesi yaşanan bu ayrımcılığı gösterir mahiyettedir.
Avrupa Parlamentosu üyelikleri yapılan yedi seçimde Hristiyan Demokratlar ve Sosyalistler iki büyük parti grubunu oluşturmuşlardır.
Türkiye’yi en az 20 yıl daha birliğe kabul etmeyecek olan AB’nin, arkaplan korkusu, nüfusa göre en çok üye kazanan hristiyanların, üye olursa çoğunluğu müslüman ülke Türkiye’ye kaptıracak olmasıdır.