Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra 7 Kasım 1918’de İngiltere ve Fransa yayınladıkları ortak bildiride Türk idaresinde yaşayan Arapların bağımsız milli hükümet kurmalarına izin verdiklerini açıklamıştır. Araplar bu açıklamadan sonra bağımsız milli Arap devletleri kuracaklarına inanmış ancak 18 Ocak 1919 tarihinde toplanan Paris Barış Konferansında İtilaf Devletleri Arapların isteklerini dikkate almamışlardır. Bunun üzerine Irak ve Suriye’deki Araplar İngiltere ve Fransa aleyhine tavır almaya başladı.
Türkler gibi Arapların da sömürgeci devletlere karşı mücadele ederek, bağımsızlıklarını kazanmalarını düşünen Atatürk, Temmuz 1919’da mazlum milletlerle Türk ulusal savaşı arasındaki benzerliği şu sözlerle ifade etmiştir:
“Mısır, Afganistan, Irak ve Suriye ulusları da İngiliz ve Fransız sömürgecilerine karşı kahramanca savaşın içindedirler”
İngilizler ve Fransızlar Ortadoğu bölgesinde Pan-İslamizm tehlikesinin etkisi altında kalmaktan çekinmişlerdir. Türkiye direnişiyle birlikte Ortadoğu’daki tüm sömürge topraklarındaki halk, İngiliz ve Fransızlara karşı harekete geçebilirlerdi. İslam Dünyası Türk topraklarının parçalanması önerileri karşısında İtilaf Devletlerine karşı kin ve nefret duyuyorlardı. Ortadoğu bölgesindeki Araplar ve tüm Müslüman Dünyası Türkiye’ye umut bağlamışlardı.
İngiltere savaş sırasında Araplara bağımsız bir Arap Krallığı kurma sözü vermişti sonra sözü yerine getirmek istemiyordu. Oysa Araplar Osmanlı Devletine karşı İngilizlerle birlikte hareket ederek, Sina-Filistin Cephesi ile Irak Cephesinde İngilizlerin kazanmalarına yardımcı olmuşlardı. Çok geçmeden Ortadoğu bölgesindeki Araplar, İngilizlerden kendilerine herhangi bir fayda gelmeyeceğini anladı fakat bölgeyi İngiltere ile Fransa hakimiyeti altına almıştı.
Anadolu’da Milli Mücadele hareketini başlatan Atatürk Ortadoğu’daki halk için bir ümit kaynağı olmuştur. Araplar ve bütün Müslümanlar bu kurtarıcının etrafında toplanmak istemişlerdir.
Atatürk 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkarak, Milli Mücadele hareketini başlattıktan sonra Anadolu’daki Milli Mücadele hareketi ile aynı kaderi paylaşan Araplar arasında işbirliği yapmaya büyük önem vermiştir.
Atatürk, İslam dünyasına egemen olmayı düşünen İngilizlere karşı
mücadelenin tüm Müslümanların görevi olduğunu vurgulamıştır. Türk kuvvetlerinin tüm dünyada ve Ortadoğu bölgesindeki Müslümanları kurtarmaya yönlendirilemeyeceği vurgulanarak, tüm İslam ülkelerinin bağımsızlık hareketine girişmeleri teşvik edilmiştir. Atatürk, Türk ve Arap milletlerinin bağımsızlığını savunmuştur. Onun için de düşman işgallerinin protesto edilerek, düşmanın yurttan çıkarılması için silah kullanmaya karar vermiştir. Atatürk bu sırada Arap ileri gelenlerine yazdığı mektuplarda ümmeti Muhammed’inin bağımsızlığı için ortak düşmana karşı işbirliği yapmanın farz olduğunu vurgulamıştır.
Yıldırım Orduları Grup Komutanı olarak Atatürk’ün direnmesine rağmen İngilizler 9 Kasım 1918’den itibaren İskenderun Limanı başta olmak üzere Hatay, Urfa, Antep, Maraş ve Çukurova bölgesini işgal etmişlerdir.
Suriye’de kurulan Suriye Filistin Müdafaa-i Kuvayı Osmaniye Heyeti Şam, Halep, Hama, Humus ve Trablusşam ile Kuneytra’da şubeler açarak, Atatürk liderliğindeki Milli Mücadele hareketine destek vermiş ve ortak düşmana karşı mücadeleye başlamışlardır. Suriye Hükümeti yetkilileri, ortak düşman olan Fransa’ya karşı bir müşterek güç oluşturmak amacıyla Atatürk’ün adamlarıyla ortak hareket etmişlerdir.
Atatürk Milli Mücadele döneminde Suriye ve Hatay bölgesindeki Türk ve Arap milli direnişçileri ile işbirliği yaparak, Fransızları barış yapmaya zorlamıştır.
Paris Barış konferansında Arap topraklarında manda rejimi kurmaya karar veren İngiltere ve Fransa San Remo Konferansı ile Ortadoğu’daki manda rejimlerini aralarında paylaşmışlardır. Bu paylaşımda Suriye ve Lübnan Fransız mandasına verilirken, Irak, Ürdün ve Filistin ise İngiliz mandalarına verilmiştir.
1920 Yılı Mayısında Suriye’deki büyük bir çoğunluk Türkiye taraftarı idi. Araplar Fransızlara karşı çıkarak mücadele etmişlerdir.
Atatürk, Ortadoğu’daki tüm Araplara, Afganistan’a ve Hindistan’a kadar tüm İslam Dünyasına bildiriler göndermiştir. Şeyh Ahmet Şerif es-Sunusi de Atatürk’ya hizmet etmeye hazır olduğunu bildirmiştir. İslam ülkelerinde Türkler, Batı egemenliğine karşı başkaldıran lider millet olarak görülmüştür. Bu ülkelerin Türkiye’ye karşı olan saygınlığı, Batı’nın parçalama politikasına ve sömürüsüne başarıyla karşı çıkmasından ileri gelmiştir.
Milli Mücadele Hareketinin başlarında El-Arap Gazetesi “Geçmişte Türklerle Araplar arasında ekilmiş olan fesat tohumlarının doğurduğu yanlış anlamalar ne olursa olsun, bu iki kavim aynı düşmanlara karşı aynı aşk ile mücadele etmek zorundadır” diye yazmıştır.
Atatürk, 9 Mayıs 1920’de Büyük Milet Meclisinde yapmış olduğu konuşmada Suriyelilerin ve Faysal’ın bizimle anlaşmak istediği ve bu amaçla temsilci gönderdiği, temsilcinin Faysal ve Hükümetin onayını aldıktan sonra gelmesini istemiştir.
Atatürk, Suriye’deki Milli Mücadele taraftarı olan adamlarına verdiği emir ile düşmana karşı Suriyelilerin harekete geçmeleri ile ilgili beyannameler dağıtmalarını istemiştir. Suriye’deki partiler de Türkiye taraftarı ve İslamcı bir politika izlemişlerdir. Türk-Arap ittifakı Anadolu’da İtilaf devletlerine karşı yapılan mücadeleyi kolaylaştırdığı gibi İtilaf Devletlerini de endişelendirmiştir.
Suriyeliler kendi ülkelerinin Türkler tarafından idaresini istiyorlardı. Yasin Paşa, Cafer Paşa ve Halep’teki Şerif taraftarı diğer subaylar, Osmanlı idaresini tekrar istedikleri yönünde Atatürk’e yazılar göndermişlerdir. Yasin Paşa Anadolu’ya gönderdiği bir heyet vasıtasıyla Atatürk’ten yardım istemiştir. Türkiye, Irak ve Suriye arasında bir konfederasyon kurulması yönünde milliyetçi örgütler önerilerde bulunmuşlardır.
Türk kuvvetlerinin organizasyon ve desteğiyle Hacim Paşa ile Fransızlara karşı ortak askeri harekatlar yapılmıştır. Yine Çerkez Bedri Bey komutasındaki Türk birliği İbrahim Henanu ile birlikte bir bayrak altında Fransızlara karşı mücadele etmişlerdir. Türklerle Araplar arasındaki kardeşliğe işaret eden bayrağın bir yüzünde Türk bayrağı diğer yüzünde ise Arap bayrağı vardı.
Suriye’deki direnişçilere gerekli silah ve parasal desteği Atatürk 2. Kolordu Kumandanlığı vasıtasıyla ulaştırmıştır. Yine Suriye’de Fransızlara karşı Araplarla yapılan işbirliği ile ilgili yazışmalar da 2. Kolordu Kumandanlığı vasıtasıyla yürütülmüştür.
Atatürk’ün Arap politikası Türkiye’nin Güneydoğu sınırlarında Arap ülkelerindeki yerli halkın işbirliğini sağlamak, Fransızları iki cephede çarpışmaya ve sonunda Kilikya konusunda anlaşmaya zorlamaktı. Irak sınırında ise bazı olaylar çıkararak, İngilizleri zor duruma düşürmekti.
Atatürk Milli Mücadele döneminde Ortadoğu milletlerinin bağımsızlığı için büyük çaba göstermiş ve bu yönde de Ortadoğu milletlerine öncülük etmiştir.
Atatürk Philadelphia muhabirine 1921 yılında verdiği cevapta hiçbir zaman Panislamizm politikası takip etmediklerini, dünyanın yarısını veya dörtte birini fethetme niyetlerinin olmayıp asıl amaçlarını Misak-ı Milli hedeflerini gerçekleştirmek olduğunu açıkladıktan sonra tüm milletlerin kendi kaderlerini belirlemesinden yana olduğunu, onun için de Müslüman dünyasının da bu hakka sahip olduğu takdirde savaşmaya gerek kalmayacağını şöyle ifade etmiştir: “Biz bilakis, sadece milletlerin kendi mukadderatlarını bizzat tayin etmeleri prensibinin Müslümanlar dahil bütün milletlere samimi bir şekilde tatbik edilmesi halinde insanlığı harbin felaketlerinden kurtarabileceğine inanıyoruz. Sanırım her millet gibi her fert vicdan hürriyetinden tam olarak istifade etmelidir. Bu prensip, bir millet şayet Müslümansa bağımsızlığa hakkı yoktur şeklinde düşünen düşmanlarımız tarafından maalesef çiğnenmiştir. Halen Suriye’de, Irak’ta ve Anadolu’da cereyan eden hadisat ileri sürdüğüm bu hususun en güzel bir delilidir. Bizim dinimiz İslamlıktır. İslamlık dogmatik kısmı dışında nazara alınırsa en geniş anlamı ile bir müsamaha temeline istinat eden sosyo-politik bir sistemden başka bir şey değildir ve ferdiyetçilik ile komünizm arasında orta bir yol teşkil etmektedir”
Atatürk 7 Temmuz 1922’de yaptığı bir açıklamada: “Eğer bugün Türkiye’nin giriştiği savaşın yalnız kendisi için olsaydı, bu daha kısa daha az kanlı ve daha çabuk bitirilmiş olurdu. Türkiye’nin savunduğu dava tüm mazlum halkların, tüm Doğu’nun davasıdır” demiştir.
Lozan Antlaşması ile ilgili görüşmeler başladığı zaman Ortadoğu bölgesindeki liderler Türkiye’den yardım istemişlerdir. Mısır yurtseverleri de Ankara’ya gelerek Atatürk’ten Mısır’ın bağımsızlığı için yardım istemişlerdir. Konferansta Mısır’dan heyet olmadığından dolayı kendi davalarının Türkiye tarafından resmen dile getirilmesini talep etmişlerdir.
Türkiye Lozan’da kendi bağımsızlığı için büyük devletlerle mücadele ederken, Arapları da savunan ve onların kendi kaderlerini belirleme haklarının olduğunu dile getirip, tutanaklara geçiren tek ülke olmuştur.
Atatürk 30 Ağustos 1923’te yapmış olduğu konuşmada harcanan bu çabaların ileride gerçekleşeceği hususunda da şöyle demiştir:
“Bugün uzaktan şafağın doğduğunu nasıl görüyorsam, tüm Doğu uluslarının uyandığını da öyle görüyorum. Birçok kardeş ulus henüz bağımsızlık ve özgürlüklerine kavuşmamıştır. Onların yeniden doğuşları, kuşkusuz, bir ilerleme ve gönenç arayışı olarak ortaya çıkacaktır. Bu uluslar, kendilerini bekleyen geleceğe kavuşmak için tüm zorlukları ve engelleri yeneceklerdir. Sömürü ve emperyalizm dünyadan atılacak ve onların yerini renk, din ve ırk farkı olmaksızın bir düzen ve işbirliği alacaktır”
Atatürk, Türkiye’nin sömürgeci devletlere karşı yaptığı başarılı mücadeleyi Ortadoğu’daki Arapların da kısa süre içerisinde yapamayacağını biliyordu. Ancak Atatürk’ün Ortadoğu bölgesindeki Arapları desteklemesi Batılı sömürgeci devletlerde endişe oluşturduğu gibi Araplarda da Batılı devletlere karşı mücadele fikrinin canlı tutulmasını sağlamıştır. Atatürk Müslüman bu halkların da bağımsız olmalarını istiyordu. Türkiye’nin geleceği açısından Ortadoğu’da bulunan büyük devletlerin gerilemeleri ve bölgeden çekilmeleri önemliydi.
Atatürk’ün Ortadoğu’da izlemiş olduğu politika Panislamizm politikası değildir. Böyle bir politikanın başarıya ulaşmasının da tarihi dönemler incelendiğinde mümkün olmadığını şöyle vurgulamıştır:
“Panislamizm ve Panturanizm siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilememektedir. Irk ayrılığı gözetmeksizin, bütün insanlığı içine alan tek bir dünya devleti kurma hırslarının sonuçları da tarihe yazılmıştır. İstilacı olmak hevesleri konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü şahsi duygu ve bağlılıklarını unutturup, onları tam bir kardeşlik ve eşitlik içinde birleştirerek, insancı bir devlet kurma teorisinin de kendine göre şartları vardır”