Bir toplum aile üzerinden kurulur. Toplumlar aile yapılarının güçlülüğü oranında varlıklarını sürdürürler. Toplumumuzun en güçlü yanlarından birisi aile yapısıdır. Yüzyıllar içerisinde örf ve adetlerle, dini değerlerle şekillenmiş, korunmuş bir aile yapısı var ancak, gelinen süreçte Türk aile yapısı da ciddi saldırılara hedef olmaktadır.
Ne yazık ki, günümüzde bu saldırıların önemli kısmı da kitle iletişim araçları aracılığı ile özelde de televizyon aracılığı ile yapılıyor.
Televizyonun yol açtığı dejenerasyon ve ahlaki çöküntü, dikkat çekici hale gelmiştir. Aile hayatını, televizyonun evlerde yerini almadan önce ve aldıktan sonra diye ikiye ayırmak gerekir.
Televizyon, dayatılan popüler tüketim kültürünün taşıyıcılarından birisidir. Burada icra edilen programlarda, sinema, dizi ve reklamlarda; kimi zaman ahlaki değerlere saldırıya yer verilebilmekte, kimi zaman kutsal değerler olumsuz örneklerle gündeme getirilebilmekte, kimi zaman da ilk bakışta anlaşılamayan yöntemlerle din, aile, vatan sevgisi gibi değerler yıpratılabilmektedir. Olumlu ya da olumsuz anlamda model kişilikler sunularak toplumun bilinç altyapısı etkilenmeye çalışılmakta olduğu da gözlenmektedir.
Günümüzde, birçok ailede gündelik yaşamı televizyon dizileri belirlemektedir. Aileler dizilerin tehdidi altında… Aile dizileri, okul dizileri, çocuk serileri diye dayatılan birçok programda zaman zaman bizi biz yapan örf ve adetlerin, inanç değerlerinin önyargılı bakış açılarıyla, sinsice yerle bir edildiğine şahit olabiliyoruz.
Türkiye’de ortalama olarak akşam vakitlerini günde 4,5 saat televizyon başında geçiren aileler, yığınla bu tür olumsuz kültür dayatmaları ile karşı karşıya kalmaktadırlar.
Neredeyse yayına giren her bir diziyle içerikten yoksun, manasız, argo ifadelerin bolca kullanıldığı, alabildiğine şiddet içeren, içi boşaltılmış ve hayvani dürtülere indirgenmiş aşk hikâyeleri üzerinden evlilik dışı beraberliklerin kutsandığı, çok aykırı örneklerin normalmiş gibi sunulduğu, Magazin kültürünün dayatıldığı, aldatmanın, gayrı meşru çocuk sahibi olmanın sıradanlaştırıldığı bir popüler kültürle karşı karşıyayız.
Bu bağlamda, aile kurumumuz her gün bu yapay, popüler kültürün, tüketim kültürünün sunumlarını pasif ve edilgen bir biçimde almaktadır. Aile sohbetleri, aile misafirlikleri, birlikte dizi izleme seanslarına dönüşebilmekte, televizyon karşısında iki üç saat birlikte oturulup da hiç konuşulmadığı zamanlar olabilmektedir. Oysa bizim kültürümüzde aile kurumu bir terapi merkezidir… İnsanlar yaşadıkları sorunlarını ailede paylaşarak birbirlerine destek olurlar.
Başlangıçta oldukça masum bir araç olarak evlerimizde sürekli açık olarak bulunan televizyon, görünürde yaşamı kolaylaştırıcı ve bizi eğlendirici bir araç gibi gözükürken gelecekte ortaya çıkabilecek ekran bağımlısı, anti sosyal, reel yaşam ve doğadan uzak, okumaktan hoşlanmayan bireylerin yetişmesinin de ana faktörlerinden biri olacak gibi görülüyor. Bir tuşun ucundaki sanal dünya, insanı gerçeklikten, sosyallikten alıp uzaklaştırarak kendine katmakta ve bir süre sonra tutsak almaktadır.
Televizyon aile yapımızda büyük bir delik açmıştır ve bu delik her geçen gün hızla büyümektedir. Modern toplumun anne-babası, televizyon denen hapisliğin bilincinde olarak, çocuk sahibi dahi olmadan önce, bu olgu üzerinde düşünmeli, bilgilenmelidir.
Modern topluma geçişle birlikte yükselen yaşam standartları, insanı doğadan kopararak, beton mezarlara dönüşen kentlerde büyük oranda televizyon kutusuna hapsetmiş gözüküyor. Burada herkese, devlete, ailelere, sivil toplum örgütlerine, dini kurumlara büyük görevler düşmektedir. Televizyonu eve sokmamak, ya da kapatmak çözüm değildir. Çözüm, gerekli koruyucu kanunları çıkarmak, kontrol mekanizmasını çalıştırmak, aileleri, bireyleri, çocukları bilinçlendirmek ve olumsuz örneklere medeni ölçülerde tepki vermektir. İnsanların okuma alışkanlığı kazanması, bilinç seviyelerinin yükseltilmesi, düşünme, yargılama, tartışma, sorgulama yetisine kavuşmasıdır.