Çocukların televizyon haberlerine ilişkin akıllarına ilk gelen izlenimler sırasıyla, bu haberlerin yaşamın gerçekleri olması, korkutucu olması, bilgilendirici olması, eğlendirici ve komik olması, eğitici olması ve üzücü olmasına yönelik izlenimler yer almakta.
Çocukların dünyasında televizyon haberlerinin yaşamın korkutucu gerçekleri, acımasız yanı, onları bekleyen tehlikeler ve yaşamın bir bütün olarak aslında korkunç bir şey olduğu görülüyor.
Bu haberler çocukların dünyasını ve geleceğe yönelik şekillenmelerini alt üst etmekte.
Çocuklar televizyon haberlerinde en çok savaş, terör, cinayet, şiddet haberleri ile ekonomi, spor, siyaset, sağlık ve magazin eğlence haberleriyle karşılaştıklarını belirtiyor. Çocuklar bir yanda savaş, şiddet, terör ve cinayet haberlerinin, öte yanda da ekonomi dünyasının ve biraz da rekabetin acımasızlaştığı spor dünyasının arasına sıkışıp kalmış durumdadır. Yani çocuklar, yetişkinlerin kurduğu ve acımasızca çatıştıkları, rekabet ettikleri, dünyayı kararttıkları, birbirlerine saldırdıkları bir mücadelenin haberlerini izlemektedirler.
Çocukların televizyon haberlerinde en sık olarak, katilleri, sonra savaşan kişileri, daha sonra mankenleri gördüklerini belirtiyor.
Çocuklar televizyon haberlerini büyüklerin dünyası ve büyüklerin gözüyle izliyor ve büyüklerin gözüyle yorumluyor.
Bugün televizyon haberleri ya şiddet, korku, felaket, tehlike ve tehdit ya da manken gibi son derece düzeysizleşebilen bir magazinel boyutta.
Henüz hiçbir biçimde tutturulamamış, çocuklara televizyon haberleri aracılığı ile hiçbir olumlu kanaat önderi ve rol model sunulamamıştır, sunulamamaktadır.
Çocukların yüzde 59’unun, televizyon haberlerinin şiddet içerdiğini, yüzde 29’unun da şiddet içerip içermediğine ilişkin kararsızlık içinde bulunduğu görülüyor.
Çocukların çoğunluğu televizyon haberlerinde bol oranda şiddet izlemekte, dolayısıyla şiddetin de şiddet olarak varlığını haberlerde görebilmektedir. Ancak yüzde 29 gibi bir oranın bu konuda bile kararsızlık içinde olması, çocukların tavır belirlemekte, şiddeti tanımlamakta ya da daha önemlisi şiddeti, şiddet olarak diğer olaylardan farklı olarak algılayıp ayrıştırmakta zorlandıklarını ortaya koymaktadır. Bir anlamda şiddetin yoğun ve bütünleşik bir yaşamsal unsur haline dönüşmüş olma ihtimali nedeniyle, sıradanlaştırıldığı, kanıksandığı ve diğer olay türlerinden ayrımsanamadığını söylemek de mümkündür.
Türkiye’de çok suç işlenip işlenmediğine ilişkin çocuklarda var olan düşünceye ilişkin soruya, çocukların yüzde 80,7’si evet cevabını vermesi çocukların güzünde Türkiye’nin çok suç işlenen ve dolayısıyla çok suçlu barındıran bir ülke olması algısının oluştuğunu göstermektedir. Çocuklar, gerek televizyon haberlerinden, gerek diğer medya araçlarından akan iletilerden ve gerekse yakın çevrelerinden, sürekli bu yönde, yani suç, suçlu, suçlar, suç işleyenler yönünde bir ileti bombardımanı altında yaşamaktadır ve doğal olarak suç ve suçlu kavramı hayatlarının en önemli kavramı haline dönüşmektedir. Bu kavramın ezici varlığı ve baskısının çocukların sağlıklı büyümesi, kararlar alması, özgüvene ve özsaygıya sahip olmaları yönünde olumsuz etkilere neden olmaktadır.
Sürekli olarak suç ve suçlu kavramıyla büyüyen çocukların, gelecekte bu kişilik ve gerçeği kanıksayabilecekleri ya da kendilerini sosyal yapının dışında tutma gibi tercihler içine girebilecekleri gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’nin tehlikeli bir ülke olup olmadığına ilişkin çocuklara yöneltilen soruya, çocukların yüzde 40’ının evet tehlikeli demesi, yüzde 41,3’ünün de ülkenin tehlikeli olup olmadığına ilişkin kararsızlık içinde bulunması, çocukların ülkeyi tehlikeli ülke olarak görmesine ilişkin söz konusu yerleşik olumsuz görüntüyü kanıtlar niteliktedir. Çocukların gözüyle Türkiye, kendileri için bir tehlike arz etmektedir ki, bu gelecek kuşakların ülke düşüncesi, algısı, yapılanma biçimi ve kendilerini ülke için hazırlamaları anlamlarında oldukça büyük bir olumsuzluğun göstergesidir. Ülkeye genel olarak hâkim olan algılama, anlama ve yorumlama biçimlerinin, geleceğin kuşakları olacak çocuklarda da aynı şekilde var olması, doğal karşılanmaması gereken ve tehlikeli bir durumdur.
Çocukların daha farklı olmaları ve var olan tektipleşmenin nispeten dışında kalmış olmaları beklenirken, büyüklerin dünyasında çocuk olmak yerine yine büyükmüş gibi bir algı ve anlayışla yer almaları, değişim, yenileşme, büyüme, farklılaşma ve düşünsel, kültürel, yaşamsal zenginleşme boyutlarında körleşmeyi ve engelleri oluşturmaktadır.
Çocuklar televizyonun açık hedefi durumundadır. Çocukça bir algı ile değil, yetişkinlerin dünyasını yetişkin algısı ile algılamakta, anlamakta ve yorumlamaya çalışmakta, böylelikle de çevresindeki yetişkinlerle kendisini eşitlemektedir. Tam da bu aslında toplumsal gelişmenin önündeki en tehlikeli ve büyük engeli oluşturmaktadır. Çocuklar geleceğin dünyasını bugünün yetişkinlerinin sınırlı ve aktardıkları gerçeklerle öğrenmekte, hayal kuramamakta, büyüklerin endişelerini onlarla paylaşmakta, gelecek için kendilerini formatlayamamaktadırlar ve bu bağlamda geleceğin kuşağı ciddi tehlike sinyalleri vermektedir. Bu sinyallerin algılanması ve gereğinin yapılması için de toplumdaki sosyal öğreticilere önemli görevler düşmektedir.