1947 başından itibaren Amerika ile Sovyetler Birliği arasında savaş sırasında kurulan işbirliği ortamı yavaş yavaş ortadan kalktı. Amerikan kamuoyunda yayılan “kızıl tehlike” korkusu, halkın ve yöneticilerin Sovyetlere ilişkin düşüncelerinde büyük bir yön değişikliğine yol açtı. Bu büyük değişimin en büyük göstergesi 12 Mart 1947’de Başkan Harry Truman’ın Kongre’de yaptığı konuşmada, ilk kez, dünyanın iki ideolojik ilkeler dizisi arasında bölünmenin aşamasında olduğundan bahsetmesiydi. Bu tarihi konuşmasında Truman, komünist tehlikesi ile karşı karşıya bulunan Türkiye ve Yunanistan’a Amerika’nin 400 milyon dolarlık askeri yardım yapacağını açıklıyordu.
Truman Doktrini’nin ilânıyla, soğuk savaşın dış ve iç gerekleri, karşılıklı olarak ideolojik ilkelere seslenme kılıfı altında birbirlerini beslemeye başladı. Her ikisi de evrensel görüşler olan liberalizm ve komünizm, karşılıklı olarak birbirlerini dışladüar. Böylece, her iki taraf da, tüm dünyayı ideolojik kavganın politikasındaki üstünlükten ayrılamayacağı bir arena olarak algılamaya başladı. Bir ülke ya Sovyet ya da Amerika bloğu içindeydi. Bunun ortası yoktu.
Amerikalılara göre, savaşın getirdiği büyük yıkım Avrupa’da kaos oluşturmuş ve bu nedenle komünistler ve dolayısıyla Sovyetler güçlenmişti. Sovyet yayılması karşısında, Avrupa maddi ve manevi olarak güçlendirilmeliydi. Avrupa, ekonomik olarak kendi ayaklan üzerinde durabilirse, siyasi olarak da bağımsızlığını koruyabilirdi. Amerika bu noktada, İngiltere, Almanya ve Fransa’yı ve sonra tüm Avrupa’yı artan bir biçimde siyasi ve ekonomik işbirliği içine sokmak, böylece bütünleşmiş bir Avrupa yaratarak Sovyet ilerlemesini durdurmak istiyordu.
Savaş sonrasında Amerikan yöneticileri, iyimser bir tahminle, Avrupa’nın tamirinin sınırlı iki taraflı kredilerle, IMF yoluyla uygulanacak istikrar programlarıyla ve son olarak BM ve Dünya Bankası’nca finanse edilecek Yeniden İmar Planı ile yapılabileceğini düşünmekteydiler. Ancak, giderek artan ekonomik istikrarsızlıklar bunların dışında daha kapsımlı bir program geliştirilmesi ihtiyacını doğurdu. Ünlü Amerikalı düşünür Walter Li pmann’a göre, Avrupa’daki ekonomik sorun aşılmazsa, bu en kısa sürede bütün dünyayı kaosa sürükleyebilirdi. Avrupa’da alınması gereken önlemler ekonomik bir birlik oluşturmak hedefine yönelik olmalıydı. En az Ödünç Verme ve Kiralama Yasası kadar kapsamlı bir program doğrultusunda yürütülmeliydi. Yine Lipmann’a göre Avrupa’ya tek tek ülkeler olarak değil bir bütün olarak yardım edilmeliydi. Bu hem ekonomik bütünleşmeyi hızlandırır, hem de yeniden imarı kolaylaştınrdı. Tüm ülkeler tek bir tamir programının tarafları olmalıydılar.
Kore Savaşı’ndan sonra, Amerika’nın savunma harcamaları hızla artmıştır. Bu durumda, Avrupa’ya aktarılan yardımlar azalarak sona ermiştir. 1949’da NATO’nun kurulmasıyla, Batı Avrupa’da Amerika’nın liderliğinde bir askeri blok oluşturulmuştu. Kore Savaşı’nın başlamasıyla, Avrupa’ya yönelik ekonomik yardımlar, askeri yardımlara dönüştürüldü ve NATO çerçevesinde verilmeye başlandı. Marshall Planı da 1953’te resmen sona erdirildi.
Plan sona erdiğinde, aralarındaki sorunlar daha önceye nispetle hayli azalmış, tek bir ortak pazar kurmanın yararlarına inanmış, işbirliğine açık bir Batı Avrupa oluşturulmuştu. Bu ülkeler, günümüzdeki ismiyle Avrupa Birliğine giden yolu artık kendi çabalarıyla oluşturmuşlardır. Ancak, bu süreçte Marshall Yardımları yoluyla Amerika’nin verdiği ilk hız da unutulmamalı.