İslam inancında insan hakları kul hakkı olarak değerlendirilir ve üzerinde önemle durulur. Temel insan hakları bir bütün kabul edildiği için, aralarında herhangi bir ayrım yapmak söz konusu değildir. Bu sebeple insan haklarından bir kısmını kabul etmek, bir kısmını ise reddetmek mümkün olmaz. Benzer şekilde kimi şahıs ve zümrelerin haklarını kabul ederken, kimileri için reddetmek de tutarsız bir davranıştır. Çünkü böyle bir anlayış evrensel insan haklarının tabiatına aykırıdır.
Batılı bazı yazar ve düşünürlerin zihinlerindeki İslâm algısı daha çok emperyalist, şiddet ve saldırganlık içeren, hoşgörüsüzlük kavram ve söylemleri üzerine oturmaktadır. Bu noktadan hareketle İslâm tarihi’nin gerçekte fetihler ve yeniden fetihler tarihi olduğu sonucuna varmaktadırlar.
Oysa ki fetihler İslâm’ın yayılmasının önündeki engelleri kaldırmıştır. Esas eleştirilmesi gereken husus yönetimlerin fetihlerden sonra yeni bölgelerin sistemle bütünleşmesini sağlamada ortaya çıkan sıkıntıları hukukun içinde kalarak çözme iradesini gösterememeleridir.
İslam öncesi dönemde kölelik babadan oğula geçiyordu. İlk Müslümanlar bütün dünyada yaygın olan bu müesseseyi hazır buldular. İslam köleler konusunda son derece geniş ve önemli sonuçlar doğuran bir ıslahat hareketi gerçekleştirmiştir. İnsanların köle ve hür diye ikiye ayrılıp kölelere adaletsizlik yapılmasına karşı çıkan Hz. Peygamber her fırsatta kölelerin yaşam standartlarını ve sosyal seviyelerini yükselterek onları hür insanlarla eşit yapmaya çalışmıştır.
Kölelik kurumsal olarak varlığını yitirse bile, çağdaş dünyada halen devam etmektedir. Halen Amerika ve bazı Afrika ülkelerinde ırk ayrımı yapılmaktadır. Yakın tarihe kadar Güney Afrika Cumhuriyeti’nde siyahlara uygulanan ırk ayrımı sadece bir ömektir.
İşkence, iltica, zorla çalıştırma, çalışma hakkının elinden alınması gibi haksızlıklar, Çin, Afrika, Ortadoğu ve Amerika’da sıkça görülen örneklerdir.