Diş hekimliği pratiğinde hekimler bazı hastalarda korku ve kaygı reaksiyonları ile karşı karşıya kalabilmektedirler. Bu reaksiyonlar, dental tedavi sırasında hem hasta hem de hekim için birtakım zorluklara neden olabilmektedir.
İnsan hayatında birçok etkene karşı korku ve kaygı reaksiyonları gelişebilmektedir. Bunlar yaşantımızın bir parçası olmakla birlikte, bazen günlük hayatı olumsuz yönde etkileyebilmektedirler.
Diş hekimliğindeki modern teknolojik uygulamalara rağmen Diş hekimliği uygulamaları hala korku ve kaygı reaksiyonlarının gelişmesindeki etkenlerden birisidir. Diş hekimliği kaygısının sıklıkla kaygı duyulan obje ve durumlar arasında beşinci sırada yer aldığı bildirilmektedir. Diş hekimliği kaygısı ile bireylerin günlük yaşamlarındaki kaygı düzeyi arasında da bir ilişki vardır.
Diş hekimliğinde korku ve kaygının reaksiyonlarının gelişmesinde bireyin geçmişte maruz kaldığı ağrılı ve travmatik diş tedavisi deneyimleri, aile fertlerinde veya yakın çevresinde sergilenen korku/kaygı davranışları örnek alması ve dişhekiminin hastaya yaklaşımı ve diş tedavisi ile ilgili yaptığı yorumlar etkili olabilmektedir.
Diş hekimliği korkusu ve kaygısı, bireylerin dental tedavi için randevu almayı ertelemelerine, randevuya gitmemelerine ve kontrollere düzensiz gitmelerine neden olabilmektedir. Bunlara ilave olarak, hekimlerin de bu hastalara dental tedavi için daha fazla zaman ayırmaları gerekmektedir.
Diş hekimliği korkusu ve kaygısı, vücuttaki kortizol seviyesininde artışa neden olmaktadır. Buna bağlı olarak da katekolamin seviyesi yükselerek kan basıncını artırabilmektedir. Kan basıncının artması kardiyovasküler ve diyabet gibi kan basıncı ve katekolamin seviyesindeki değişikliklere bağlı olarak ortaya çıkabilen komplikasyonların gelişmesine zemin hazırlayabileceği için bu tür sistemik hastalığı bulunan bireylerin dental tedavileri sırasında dikkatli olmak gerekmektedir.
Diş hekimliği korkusu ve kaygısı, randevu alma işlemi, tedavi öncesi bekleme odasında bekleme, dental tedavi sırasında kullanılan aletler ve/veya yapılan işlemlere karşı gelişebilmektedir.
En fazla korku ve kaygıya neden olan etkenler; dental enjektörün görülmesi, enjeksiyon işlemi ve aerotör kullanımıdır.
Dişhekimine başvuran bireylerin korkusunun ve kaygısının olup olmadığının tedavi öncesi belirlenmesi hekimin tedavi sırasında karşılaşabileceği tepkilere hazırlıklı olması ve hastanın korku/kaygı düzeyinin azaltılmasına ilişkin birtakım önlemlerin alınmasına olanak sağlamaktadır. Dişhekimi korkusunun ve kaygısının tüm boyutlarının ortaya çıkartılarak doğru bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Hastanın korkusunun ve kaygısının olup olmadığı özel olarak geliştirilen skalalar ile belirlenebilmektedir. Bu skalaların kullanımı kolay ve güvenilir olup, büyük bir kısmı bireyin kendisinin okuyup cevaplayabileceği anket formlarından oluşmaktadır. Dental tedavi öncesi bu skalaların doldurulmasının hastaların korku ve kaygı seviyesi üzerine herhangi bir olumsuz etkisi görülmediği bildirilmiştir.
Diş hekimliği korkusu ve kaygısı fenomeni tam olarak giderilememekle birlikte, tedavi sırasında problem oluşturabileceğinden tedavi öncesinde birtakım önlemlerin alınması gerekmektedir. Aksi taktirde, hem hekim hem de hasta için tedavinin başarılı bitirilebilmesi mümkün olamayabilir. Hastalara tedavi öncesi uygulanacak işlem hakkında bilgi verilmesi, davranış terapisi, hipnoz ve farmakolojik uygulamalar tedavinin daha kolay yapılmasına olanak sağlamaktadır.
Hastalarda hangi yöntemin kullanılmasının daha olumlu sonuç vereceği hastanın korku/kaygı düzeyine, kooperasyonuna ve sistemik durumuna bağlıdır.
Hasta, tedavi sırasında yapılacak işlemler ve tedaviden sonraki iyileşme dönemi hakkında bilgi alması korkusunun/kaygısının azalmasında olumlu etkileri olur.
Davranış terapisi korkunun ve kaygının azaltılmasında kullanılabilen diğer bir yöntemdir.
Bu terapinin amacı hastaların kooperasyonunu iyileştirmektir. Yöntemin başarısı korkunun/kaygının reaksiyon derecesi ve sonucuna bağlıdır.
Korku düzeyi çok yüksek olan hastalarda bu yöntem başarılı olmamakla birlikte, bilişsel-davranışsal ve psikofizyolojik komponentleri olan tedaviler ile birlikte uygulanabilmektedir.