Bakteriler antibiyotiklere karşı giderek daha da direnç kazanıyor, son çare olarak uygulanan antibiyotikler bile işe yaramamaya başladı. Bu nedenle tıp dünyası alternatif tedavi arayışları içinde.
Bu alternatiflerden biride bakteriyofajlarla tedavi. Bakteriyofajlar, bakterilere saldırarak kendi DNA’larını bakteriye aktararak çoğalıp, onların parçalanıp yok olmasına neden oluyor.
Aslında, bakteriyofajlarla tedavi hiç de yeni değil. Uygulamalar, Stalin döneminde Rusya’da başlamış. Ancak, penisilinin icadıyla başlayan antibiyotik devrinde batının küçümsediği bu yönteme, şimdilerde yeniden rağbet başladı. Özellikle de ilaçlara dirençli mikroplar ve tedavisi zor enfeksiyonlara karşı.
Amerika ve Batı Avrupa hastanelerinde olmayan ancak Gürcistan’daki hastanelerde uygulanan bazı tedavi yöntemleri örneğin iltihaplı derin yatak yaraları olan ya da ciddi radyasyon yanığı olan hastalara uygulanan tedaviler mevcut.
Antibiyotiklerin işe yaramadığı olgularda, Sovyetler Birliği tedavi yöntemiyle bakterilerin doğal düşmanı ortama salıveriliyor. Doktorlar, deri benzeri bir maddeden yapılma bez parçalarını, açık yaraların üzerine yerleştiriyorlar. Bu bez parçaları bakteriyofajla aşılanmışlar ve çevreye zarar vermeden doğada çözünebiliyorlar. Gürcistan’da satışa da sunulan bu bezlerle tedavi yapılıyor. Gürcistan’daki doktorlar tarafından yıllardır kullanılan bu tedavi şeklinde, bakterilerin hücre sistemini ele geçirerek onları öldüren bakteriyofajlar başrol oyuncusu.
Antibiyotik direncinin artmasıyla, bu virüslere olan ilgi yeniden canlandı. Bilimadamları fajları geliştirmekde başarılı olabilirlerse, pek çok enfeksiyon hastalığına karşı tedavi seçeneği doğabilir.
Fajları üretmekse oldukça kolay. Atık sulardan deniz suyuna kadar, bakterilerin olduğu her yerde bol miktarda bulunuyorlar ve her biri yaşamını farklı türler üzerinden devam ettiren, milyonlarca faj çeşidi var. Mikrobiyologlar önceleri faj elde etmek için süzülmüş atık suyunu laboratuvarlarındaki bakterilerle karıştırıyorlardı. Ertesi gün, hangi tür bakteri kullanıldıysa ona karşı etkili olan, bir sürü faj elde edilmiş oluyordu.
Fajların varlığı, ilk olarak 1896 yılında farkedildi. İngiliz bilimadamı E. Hanbury Hankin, Vibrio cholerae bakterisinin Ganj Nehri suyunda yok olduğunu gördü. Su kaynatıldığında, bu özelliğini yitiriyordu. Bu durum, bu olaya canlı bir varlığın neden olduğu düşüncesini doğurdu. Hankin, nehir suyundan içenlerin, o zamanlar şiddetle devam eden kolera salgınından daha az etkilenmelerini de buna bağladı.
Antibiyotikler pahalıyken, fajlar oldukça ucuzdu. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra da, ordunun fajlara olan ilgisi azalmadı. 1990’ların başlarında, iç savaş boyunca, Abhazya bölgesinde savaşan askerler, beş mikroba karşı faj içeren sprey kutuları taşıdılar. Faj preparatları pek çok Rus kentinde antibiyotiklerin yanı sıra temin edilebiliyordu. Bazı kasabalardaysa, çok seyrek olarak antibiyotik kullanılıyor, tedaviler genelde fajlarla yapılıyordu.
1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Eliava Enstitüsü, bağımsızlığını kazanan Gürcistan’da, iç pazara faj üretmeye devam etti. Bu sayede gelenekler korundu. Halen Gürcistan hastanelerinde, genelde bağırsak enfeksiyonları ve irinli yaralarda başarıyla kullanılan fajlar üretiliyor. Tiflis’se, 70 yıllık deneyimi sayesinde, faj tedavisini öğrenmek isteyenlerin uğrak yeri.
Eliava’yla birlikte Doğu Avrupa’da da faj merkezleri açılmıştı. Tedavilerin etkinliği üzerine en önemli bilgi, Polonya’daki bir enstitüye ait. Buradaki araştırmacılar 1980 ortalarında, 500’den fazla bakteriyel enfeksiyonlu hastayı başarıyla tedavi ettiklerini belirten ayrıntılı bir rapor derlemişler.
Pek çok antibiyotiğin aksine fajlar, yalnızca belli bakteri türlerine saldırıyorlar. Kuyruk kısımlarında bulunan ve adhesin denilen enzimler, bakterinin yüzeyindeki türe özgü moleküllerle etkileşime giriyorlar. Bu, fajların yararlı bakterilere çok az zarar verdiği anlamına geliyor; bir mikrop topluluğundaki küçük bir grubun tümünü öldürürken, geride kalanları sapasağlam bırakabiliyor. Oysa antibiyotikler, yararlı zararlı ayırdetmeden grupların büyük bir kısmını yok ediyorlar. Antibiyotiklerin etkisi, zamanla azalıyor. Fajlarsa, hızla ve sürekli çoğalarak, sayıca üstün duruma geliyor ve bakteri ölene kadar çoğalmaya devam ediyorlar. Kendi üremelerini de kontrol edebilen fajların işi bittiğinde, yani zararlı bakteriler öldüğünde, kendileri de ölmeye başlıyor. Fajların alerjiye neden olmamaları, çok az yan etkilerinin olması, üretimlerinin ucuz ve kolay olması da diğer artılarından.
Çünkü doğa, fajları kolayca üretiyor. Dünya üzerinde 1032 faj olduğu sanılıyor. Fajlar, kemik enfeksiyonları ya da şeker hastalığından kaynaklanan yaralar gibi, az miktarda kan akışı olan bölgesel enfeksiyonlarda özellikle yararlılar. Antibiyotikler bu bölgelere ulaşamazken, fajlar çoğaldıkları ve bakteri topluluklarına doğru yayıldıkları için enfekte bölgeye nüfuz edebiliyorlar.
Bu özelliklerinden dolayı, Gürcistan’da bazı doktorlar fajları tamamen antibiyotiklerin yerine kullanıyorlar.
Örneğin Eliava Enstitüsü’nün başkanı Zemphira Alavidze, çocuklarının yaşamları boyunca hiç antibiyotik kullanmadığını söylüyor. Alavidze, fajların ne kadar etkili olduğunu ve yan etkilerininse olmadığını bildiği için, çocuklarını yalnızca fajlarla tedavi etmiş.
Bakterilerin, fajlara karşı direnç geliştirmeleri de mümkün. Ancak, antibiyotiklerin aksine fajlar, mutasyona uğrayıp, direnç geliştirmiş bakteriyle tekrar savaşabiliyorlar. Fajlar bu amaca yönelik olarak yavaş yavaş gelişirken, antibiyotikler hiç gelişme göstermiyorlar.
Belki de faj tedavileri batıda tekrar karanlığa gömülecek. Antibiyotiklere bir alternatif bulmak bir zorunluluk da olsa, fajların dünyamıza girip giremeyeceğini zamanla izleyip göreceğiz.
Artık teknolojik ve bilimsel gelişmeler, doğru fajları doğru miktarda kullanmayı, daha verimli olmaları için onları işlemeyi, zararlı genler taşımadıklarından emin olabilmeyi mümkün kılıyor. Ancak, yasal olarak kabul görmesi ve bilimsel açıdan kesinlik kazanması dışında faj tedavisinin önünde bir engel daha var: Toplumun bu tedavi şeklini kabullenmesi.
Çünkü, virüs deyince insanların kafasında soru işareti oluşuyor. Ancak aşıların da virüslerden yapıldığı hatırlanmalı. Eğer tedavi amaçlı kullanılmaları gerekiyorsa, bunu kabullenmeli ve modern bilimsel yöntemleri kullanarak onların güvenilir olduğundan emin olmamız gerekiyor. Çünkü, Intralytix firmasından Sulakvelidze’nin söylediği gibi, Yarım yüzyıllık antibiyotik kullanımının bizlere öğrettiği bir şey var; Bakterilere karşı savaş kazanmanın gerçekten çok zor ancak fajlarla, ekolojik dengeyi kendi yararımıza döndürmeyi deneyebiliriz.