Amerika İle Türkiye Arasında Yapılan İlk İkili Anlaşmalar
Türkiye ile Amerika birleşik devletleri arasında yapılan ilk ikili anlaşma 23 Şubat 1945 tarihinde imzalandı.
Amerika ile yapılan ikili anlaşmalar çok daha fazladır ve büyük bir karışıklık içindedir.
Türk makamları, Amerikalılarla yapılan anlaşmaların anlam ve kapsamının ne olduğunu, ne zaman imzalandığını ve hangi koşulları taşıdıklarını bilmiyorlardı. Bu karışıklıktan yararlanan Amerikalılar Türkiye’de diledikleri gibi hareket etmişler ve anlaşması olmayan konularda bile anlaşma varmış gibi uygulama yapmışlardır. Orgeneral Refik Tulga bu konuda 1969 yılında şu açıklamayı yapmıştı; “Genelkurmay, bir anlaşmaya dayanmadan kullanılan Sinop ve Yalova havaalanları için, Amerikalılara buradan çıkın diyordu. Amerikalılar bize müsaadeyi hükümet verdi oluyordu. Anlaşmayı gösterin dendiğinde Amerikalılar anlaşma yok demekten başka yanıt bulamıyorlardı.”
Amerika ile yapılan ilk ikili anlaşma, borç alma ve kiralamalarla ilgili olan anlaşma TBMM’de 4780 sayıyla yasalaştı. Anlaşmanın temel özelliği, Amerikan isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmesi ve Türkiye’yi ağır yükümlülükler altına sokmasıydı. Anlaşmada, Koruyucu Hükümler olarak yer alan maddelerle, Amerika’nın hakları korunuyordu.
Anlaşmanın 2. maddesinde: TC hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri Amerika’ya teslim edecektir, yazıyordu.
Amerika ile yapılan ikinci anlaşma, 27 Şubat 1946 gün ve 4882 sayılı yasayla kabul edilen kredi anlaşmasıdır. Bu anlaşmanın özü dünyanın değişik yerlerinde Amerika’nın elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş savaş artığı malzemeleri satın alması koşuluyla Türkiye’ye borç verilmesiydi.
Demokrat Parti döneminde, Petrol Yasası çıkarıldı. Bu yasanın 136. maddesinde: “Bu yasa yabancı şirketlerin izni olmadan değiştirilemez” yazıyordu.
23 Haziran 1954 yılında, Türkiye ile Amerika arasında Vergi Muafiyetleri Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma Amerikan şirketlerine vergisiz, gümrüksüz, denetimsiz ve yargı organlarından uzak, yasa üstü bir statü tanıyordu.
1959 yılında millileştirme işlemlerinde muhatabın Amerikan hükümeti olmasını kabul eden, İstimlâk ve Müsadere Garantisi Anlaşması yasalaştırılıyordu.
Amerika ile Türkiye arasında 12 Kasım 1956 tarihinde Tarım Ürünleri Anlaşması imzalandı. 24 Eylül 1963 gün ve 11513 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren bu anlaşmaya göre, Amerika Türkiye’ye 46,3 milyon dolarlık buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, konserve, sığır eti, don yağı ve soya yağı satacaktı. Anlaşmanın 2. maddesinde: Türkiye’nin yetiştirdiği ve bu anlaşmada adı geçen ya da benzer ürünlerin Türkiye’den yapılacak ihracatı Birleşik Devletler tarafından denetlenecektir, olarak belirtilirken 3-b bendi ise, Türk ve Amerikan hükümetleri Türkiye’de Amerikan mallarına karşı talebi artırmak için birlikte hareket edeceklerdir, diyordu.
31 Mayıs 1968 tarihinde yapılan Türkiye ile Amerika arasında Kredi Anlaşması; 30,5 milyon dolarlık bir anlaşmaydı ve Türkiye’nin bu borcu koşullara bağlanmıştı. Etibank’ın Ergani hariç tüm bakır işletmelerini Amerika’nın denetimi altındaki Karadeniz Bakır İşletmeleri A.Ş.’ye devretmesini şarta bağlayan anlaşmanın 3. maddesi şöyleydi: Şirketin kuruluş sözleşmesi, tescil belgesi, organizasyon şeması, Türk hükümetinin krediyi şirkete borç vereceğine ilişkin hükümetle şirket arasında yapılmış olan sözleşmenin tasdikli bir örneği, yönetim kurulu üyelerinin isimleri Türkiye’deki Amerikan Yardım Teşkilatına bildirilecektir. Amerika’nın bütün bunları uygun görmesi halinde kredi ödemesi yapılacaktır.
Uluslararası Kalkındırma Örgütü uzmanı Richard PODOL AID 1975 yılında amirlerine yolladığı Türkiye raporunda şunlar yazıyordu:
20 yıldan fazla bir zamandır Türkiye’de faaliyette bulunan Amerikan yardım programı bir zamandan beri meyvelerini vermeye başlamıştır. Önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı bir Bakanlık ya da bir İktisadi Kamu Kuruluşu hemen hemen kalmamıştır. Bu kimseler halen bulundukları örgütte ilerici güç niteliğini taşımaktadır. Genel müdür ve müsteşarlık mevkilerinden daha büyük görevlere kısa zamanda geçmeleri beklenir. Türkiye’deki Amerikan Yardım Teşkilatı bütün gayretleri bu gruba yöneltilmelidir.
Geniş ölçüde Türk idarecilerini indoktrine etmek gerekir. Burada özellikle orta kademe yöneticiler üzerinde durmak yerindedir. Amaç, bunlara yeni davranışlar kazandırmaktır. Bu grubun yakın gelecekte yüksek sorumluluklar mevkilerine geçecekleri düşünülürse, bütün gayretlerin bu kimseler üzerinde toplanması mantık açısından doğrudur.