1779 yılından beri İran yönetimlerinde Kaçar Şahları hakimdi. Kaçarlar, İran’ın Kuzeydoğusunda yaşayan Türk kökenli bir aşiretti. İran’ın başkentinin Tahran seçilmesinin sebebi Kaçarların anavatana yakın olmasıydı. Kaçarlarla birlikte nüfusun büyük çoğunluğu Türkçe konuşuyordu.
1828 Türkmençay Antlaşmasıyla İran gerilemeye başladı ve bu çöküntü o kadar hızlı gitti ki, Rusya’nın Türkistan’ı ele geçirmesinden sonra, Rusya ve İngiltere, İran üzerinde sürekli bir nüfuz kurma mücadelesine girişti. l907 yılında İngiltere ile Rusya aralarında bir anlaşma yaparak İran’ı kendi nüfuz bölgelerine bölerek paylaşmışlardı. Zamanla Rusya, İran’da üstün duruma gelmişti.
Meşrutiyet sonrası İran’da bir süre iç karışıklıklar çıktı.
l914 yılında toplanan meclis Kaçar ailesinden Devrik Şah’ın büyük oğlu Sultan Ahmed, Şah olarak tac giydi.
Bolşevik ihtilalinden sonra Rus orduları işgal ettikleri Türk illeriyle beraber Transkafkasya’nın tümünden geri çekildiler.
İran, Rusya’nın çekilmesinden sonra İngiliz nüfuzuna girdi. İngiltere, İran’daki Sovyet temsilciliklerini kapattırdı. Bu arada Rusya, 26 Haziran l9l9 tarihinde, İran’ın Çarlık Rusyası’nın borçlarını silmeye, İran üzerindeki imtiyazlarından vazgeçmeye hazır olduğunu beyan etmişti.
İngiltere, 9 Ağustos l9l9 da İran ile özel bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma ile İran adeta İngiltere’nin himayesini kabul etmiş oluyordu. Fakat İran Meclisi bu antlaşmayı onaylamadı.
Rusya, tekrar Kuzey İran’ı ele geçirdi. 1920 yılı sonlarında Rusların teşkil ettiği İran Kazak Kıtasında küçük bir zabit olan ve okuma yazması olmayan Rıza Han, ordunun başına geçti. Elindeki kuvvetlerle harekete geçerek Tahran’a girdi ve hükümet darbesi yaptı.
Bu arada Rusya, İran politikasını değiştirmiş ve Şubat l921 de İran’la bir dostluk antlaşması yapılmıştır.
7 Temmuz l922 tarihinde Rus Sefiri Arolof İran sefiri onuruna bir ziyafet vermişti. Aralof’un verdiği bu ziyafete Atatürk de katılmıştı. Atatürk Bu ziyafette yaptığı konuşmasında İran-Türkiye ilişkilerine değinerek şöyle diyordu; “İçimizde hakikaten büyük bir boşluk vardı. O da İran milletinin mümessilinden mahrumiyet. Bugün ona da muvaffak olduğumuzdan dolayı bahtiyarız. Türkiye halkının şark milletleriyle, Rusya ile Azerbaycan ile Afgan ile İran ile olan revabatı yalnız hissi hayat üzerine mübteni değildir. Hakiki maddi gayr-ı kabil-i bedel bir takım esaslara dayanmaktadır… Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nâm ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve çabuk biterdi… Müdafaa ettiği dava bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davsıdır… Şimdiye kadar Devlet-i Aliye-i Osmaniye unvanı altındaki imparatorluk ile Devlet-i Aliyye-i İraniye arasındaki münasebatın İranlıların ve Türkiye halkının ciddi temayüllerine mutabık tecelli edememiş olduğunu itiraf etmek lazımdır. Fakat bugün İranlı kardeşlerimiz emin olabilirler ki Türkiye’nin başında bulunanlar aynı adamlar değildir… İran Millet ve Devleti hakiki temas noktalarını bulmuştur. Bunun tecellisi pek feyizli olacaktır. Bu feyizden yalnız Türkiye ve İran değil bütün şark milletleri mütefeyyiz olacaktır…”
Atatürk’te konuşmasında belirttiği gibi iki ülke arasında çok yönlü ilişkiler her dönemde mevcut olmuştur. Özellikle l918-1925 yılları arası bazı anlaşmazlık konuları ilişkileri olumsuz etkilemiştir. Bunlar mezhep anlaşmazlıkları, hudut anlaşmazlıkları, Türkçülük, Kürtçülük cereyanları gibi konulardı. Ancak zaman zaman ilişkilerin olumlu şekilde düzenlenmesi için bazı girişimlerde de bulunulmuştu. 1925 yılında her iki ülkenin basınında birbirleri aleyhinde suçlayıcı ve küçültücü nitelikte yazıların önlenmesine çalışılmıştır.
25 Nisan 1926 da taç giyen Rıza Şah, reform hareketlerine başladığında bütün devlet teşkilatı ve müesseselerinde batılılaşma planları uygulamak istedi.
Rıza Şah Atatürk’ün Türkiye’de geliştirdiği reformlardan büyük ölçüde etkilenmişti. Bu nedenle Atatürk örneğindeki gibi İran’da köklü reformlar yapmak ve ülkesinin çağdaşlaştırmak istiyordu.
Zira Atatürk Batıyla olan daha geniş ilişkileri nedeniyle pek çok yenilikleri Rıza Şah’tan önce uygulamaya koymuştur.
Fakat bu çalışmaları Atatürk’ün Türkiye’de yaptığı şekilde geniş ve çok yönlü olmadı sebebi, gericilerin ve tutucuların her türlü yeniliğe karşı çıkmasıydı. Reformları Türkiye’deki gibi İran’da uygulayamayacağını anlayan Rıza Şah, muhaliflerinin nüfuzlarını bir ölçüde kırmak için özellikle eğitim alanında birçok yenilik yaptı.
İran’da ilk öğretimi zorunlu hale getirdi. 1932 de ülkede yabancı okulların açılmasını yasakladı. Tarihi eserlerin korunması için müzeler ve kitaplıklar kurdurttu . Ayrıca bilgisizliğin ve bağnazlığın simgesi olarak gördüğü sarık, cübbe ve kadınlarda peçenin ve çarşafın kaldırılmasını emretti.
Eğitim sisteminde vatan severlik, milliyetçilik ve batılı düşüncenin yerleşmesine önem verdi.
1931 Yılında Türk-İran ilişkilerinde belli bir iyileşme görüldü. Çünkü Türkiye İran’ı özel dostları arasında mütalaa etmeye başlamıştı.
İran’la Türkiye arasındaki sınır mesellerine 23 Ocak l932 tarihinde Tahran’da imzalanan İlki Türk –İran Sınırı Hattı’nın tayini Diğeri Uzlaşma Adli Tesviye ve Hakemlik Antlaşmalarını içeren ikinci bir anlaşma imzalanmıştır.
Tahran anlaşmalarından sonra 5 Kasım l932 tarihinde Ankara’da yeni bir Dostluk ve Güvenlik Antlaşması imzalanmıştır.
İmzalanan Dostluk Antlaşmasından sonra iki ülke arasındaki ilişkiler çok yönlü olarak iyi yönde gelişmeye başladı. İyi yönde gelişen ikili ilişkiler l934 yılında Atatürk’ün daveti üzerine Rıza Şah’ın Türkiye’ye gelmesiyle doruk noktasına çıktı.
1941 de Rusya ve İngiltere İran’ı işgal etti. Rıza Şah tahtan çekildi. Yerine Muhammed Şah geçti. Son İran Şahı Muhammed Rıza Şah döneminde İran Türkiye ile olan dostluğunu bozmuştur. Şah kanlı oyunları tekrar yürürlüğe koymuştur. 1979 İslam devriminden sonra iktidara gelen Humeyni zamanında ise Türkiye’ye karşı tamamen düşmanca bir politika izlenmeye başlandı. Bunun yanı sıra Türkiye’deki bölücü teröre destek vermeleri de iki ülkenin arasının iyice soğumasına neden oldu. Oysa iki ülkenin dostluğu her iki ülkenin de menfaatinedir. Günümüzde ise İran, Amerika’nın ilk hedefi olarak gözükmektedir.