20.yüzyıla Batılı güçlerin ve Japonya’nın yarı sömürgesi olarak giren Çin’de, milliyetçilerle komünistler arasındaki mücadeleyi, Mao Zedong önderliğindeki komünistlerin kazanması ile Çin Halk Cumhuriyeti resmen kurulmuş ve sosyalist piyasa ekonomisi 1 Ekim 1949 yılından itibaren uygulanmaya başlamıştır.
1976 yılında Mao’nun ölümünden sonra iktidara gelen Deng ile birlikte Çin’de değişim dalgası başlamış ve ülkenin hedefleri sıralanarak, bu hedefler arasında sosyalizmin devam ettiği, fakat aynı zamanda yapılan iktisadi reformlarla birlikte piyasa ekonomisine geçilmesini içeren köklü reformların uygulanmaya başlanılmasına öncelik verilmiştir.
Deng döneminde başlayan ekonomik, siyasi ve askeri reformlar neticesinde 21.yüzyıla bölgesel hakimiyete sahip küresel güç olarak girmeyi amaçlayan Çin’nin, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla oluşan bölgesel tehditler ve fırsatlar neticesinde Türkistan politikasını yeniden şekillendirdiği ve hızla uygulamaya koyduğu görülmektedir. Çin tarafından algılanan bölgesel tehditleri üç grupta toplamak mümkündür. Bunlardan ilki, Sovyet Rusya döneminde başlayan Çin-Rus sınır görüşmelerinin, bağımsızlıklarını kazanan Türkistan devletleriyle devamının sağlanabilirliği endişesi; ikincisi, terörizm, etnik ayrımcılık ve radikal dini hareketler nedeniyle bölgede oluşan güvenlik sorunudur. Bu tehditler haricinde son olarak, Batı Türkistan’da kurulan bu cumhuriyetlerin Doğu Türkistan’da bağımsızlık isteğini tetiklemesi ve isteklerinin yeni kurulan bu cumhuriyetlerce desteklenmesi ihtimalidir.
Bölgesel tehditler kadar fırsatlarda sunan yeni süreçte, küresel egemenliğe sahip tek süper güç Amerika’nın yönünü Orta Doğu’ya çevirmesi, Çin’nin Türkistan bölgesinde oluşan egemenlik boşluğunu doldurma gayreti içerisine girmesine ve Türkistan Politikasını bu yönde belirlemesine neden olmuştur.
Soğuk Savaş sonrası Türkistan politikasını belirlediği görülen Çin, büyük ülkelerin az ve zayıf ülkelerin çok olduğu bu ortamı değerlendirmek amacıyla önce davranmış ve bölge liderliğine soyunarak, Türkistan’da etkili olmaya çalışan diğer ülkeleri dışlamaya gayret etmiştir.
Amerika’nın, 11 Eylül saldırıları sonrasında Afganistan operasyonu ile bölgeye yerleşme girişimlerine kadar geçen süreç içerisinde Çin, uyguladığı Türkistan politikasından azami faydayı sağlamış ve Rusya dahil bölge üzerinde menfaatleri olan ve politika üreten güçler arasında en fazla kazanıma sahip ülke olmuştur.
Deng’le başlayan ve Jiang Zemin döneminde devamı sağlanan Şanghay Beşlisi görüşmeleri ve sonrasında Şanghay İşbirliği Örgütü kapsamında Çin; sınır sorunlarını çözüme kavuşturmuş, Tibet ve İç Moğolistan’a örnek teşkil edebilecek Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin ayrılıkçı hareketlerine engel olmak maksadıyla, suçluların iadelerini de içeren anlaşmalar imzalayarak dış desteğin kesilmesini sağlamıştır.
Sınır ve güvenlik sorunlarını büyük oranda çözmesi haricinde, her geçen gün artan ekonomik ve siyasi gücünü Türkistan’da hissettiren Çin’nin, bu unsurlara ek olarak silahlı kuvvetlerini yeniden yapılandırma çalışmalarına hız vermesi ve Rusya ile birlikte “Çok Kutupluluk” düşüncesini her fırsatta dile getirmesi, Amerika’yı bu yönde hareket etmeye ve 21.yüzyıla girerken yeni politikalar üretmeye ve karşı tedbirler almaya sevk etmiştir.
2001 yılında gerçekleştirilen Afganistan operasyonu sonrasında Türkistan’a müdahale imkanı bulan Amerika, bölge üzerinde etkisini artıran Çin ve Rusya’ya karşı politikalar uygulamaya başlamıştır. Bu kapsamda, bölgede süratle askeri üsler oluşturan Amerika, kendisine karşı tehdit olarak algıladığı Şanghay İşbirliği Örgütü’ne karşı alternatif bölgesel örgütlerle, diğer taraftan ise yaptığı ekonomik, askeri yardımlarla etki alanına dahil etmeye çalıştığı, fakat demokratik yönetimler olarak değerlendirilmeyen Çin ve Rusya yanlısı bölge ülkelerinde yönetim değişimlerini başlatabilecek sivil toplum örgütlerini devreye sokmuştur.
Çin ve Rusya’yı çevreleme politikası kapsamında, Amerika tarafından uygulanan ekonomik ve siyasi politikalar haricinde; NATO’nun doğuya doğru genişletilmesi, Orta Asya Barış Gücü Taburu (Centrasbat) ile Yıldız Savaşları projesini çağrıştıran Ulusal ve Harekat Alanı Füze Savunma Sistemlerini oluşturma çalışmaları uygulanmak istenen askeri tedbirler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Amerika’nın Çin ve Rusya’yı çevreleme stratejisinin önemli bir noktasını oluşturan Afganistan operasyonu’na başlangıçta karşı çıkmayan ve hatta bölgedeki güvenliği tehdit eden radikal unsurları önleyebileceği gayesiyle destekleyen Çin ve Rusya ile, Amerika tarafından demokratik yönetimler olarak görülmeyen ve Renkli Devrimler silsilesine dahil edilmek istenen Türkistan devletleri, bölgede kalıcı olduğunu gösteren Amerika karşıtlığında birleşmişlerdir.
Bu noktadan hareketle, 2001 yılında yapısal değişikliğe giden ve Özbekistan’ın da katılımıyla Şanghay İşbirliği Örgütü’ne dönüşen Şanghay Beşlisi, 2002’den itibaren örgüt içerisinde alınan kararlar ve gözlemci üye statüsüyle dahil olan ülkelerle gelişen etki sahası sonrasında bölgesel olmaktan çıkıp küresel düzeyde Amerika karşıtlığının dile getirildiği bir yapılanma içerisine girmiştir.
Özellikle 2005 yılından itibaren yapılan Şanghay İşbirliği Örgütü zirvelerinde, Amerika karşıtlığının daha sert bir şekilde gündeme alınmasının üye ülkelerce haklı sebepleri bulunmaktadır. Doğu Avrupa ülkelerinde ve Asya-Pasifik’te Amerika tarafından kurulmak istenilen Füze Savunma Sistemleri hem Rusya hem de Çin tarafından Çevreleme Politikası kapsamında değerlendirilmekte, Orta Doğu’dan sonra diğer enerji kaynakları ve nakil hatları üzerinde Amerika tehdidinin yoğun olarak algılanmasına neden olmaktadır. Türkistan Devletleri ise, demokratik olmadığı gerekçesiyle yönetim değişikliği isteyen ve sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla bu yönde faaliyette bulunan Amerika’ye temkinli yaklaşmakta ve tepkilerini Çin-Rusya ile birlikte hareket ederek dile getirmektedirler.
2007 yılında yapılan son Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesinde, İran’ın Amerika tarafından kurulmak istenilen Füze Savunma Sistemlerini eleştirmesi hariç Amerika karşıtı söylemler üstü kapalı bir şekilde belirtilmiş, kabul edilen Bişkek Bildirisi’nde uluslararası ilişkilerdeki devletlerin eşitlik ilkesi vurgulanarak, Amerika’nın Türkistan’daki yönetimleri eleştiren ve bu yönetimleri değiştirmeye yönelik faaliyetlerinin yanlışlığı ifade edilmiştir.
Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesi nedeniyle Türkistan’da bulunan Çin Devlet Başkanı, Kırgızistan’dan Kazakistan’a geçerek Türkistan enerji kaynaklarının Çin’e yönlendirilmesi yolunda sıradaki adımını atmış, Kazakistan-Çin petrol boru hattının ikinci aşamasının tamamlanması konusunda ve ayrıca Türkmenistan’dan Çin’e uzanacak boru hattının Kazakistan’dan geçmesi konusunda anlaşmalar imzalamıştır.
Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ise, enerji kaynaklarının paylaşım meselesini Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesinde ele alarak bu konudaki muhtemel problemleri bertaraf etmek ve Türkistan Cumhuriyetleri’nin enerji kaynaklarına göz diken büyük güçler arasında denge oluşturmak maksatlı, Şanghay İşbirliği Örgütü bünyesinde kendi enerji borsası olan bir enerji kulübü kurulmasını teklif etmiştir.
Bütün bu bilgiler doğrultusunda Çin’nin Türkistan politikasının sadece Şanghay İşbirliği Örgütü’nden ibaret olduğu yanılgısına düşülmemesi gerekmektedir. Çok yönlü bir dış politika çizgisi takip eden Çin, Şanghay İşbirliği Örgütü vasıtasıyla günümüzde bölgede güvenliğin sağlanması yönünde önemli bir mesafe almış, Uygur Türklerinin Doğu Türkistan’da mevcut olan ayrılıkçı hareketine dış desteğin önünü kesmiştir. Mevcut duruma ilaveten Doğu Türkistan’a Çinlilerin zorunlu göçü uygulamasına devam etmekte ve uzun vadede nüfus yapısını değiştirerek bu sorunun kendiliğinden çözülmesine veya en azından durağan hale gelmesine çalışmaktadır.
Şanghay İşbirliği Örgütü bünyesinde kurduğu ilişkiler neticesinde Çin’nin, ekonomisinin ihtiyacı olan enerjinin temin ve naklinde Türkistan’dan alternatif olarak faydalanma politikasında başarılı olduğu görülürken, Türkistan-Çin ulaşım ağının geliştirilmesi ve ekonomik faaliyetlerin artırılması yönünde çalışmalarda bulunması yanında, Amerika’nın küresel hegemonyasını kırmaya yönelik Çok Kutuplu Bir Dünya isteğinin sözcülüğünü yaparak Amerika’nın dikkatini bu yöne kaydırmasını sağlamaktadır.
Çin’nin kuruluş yılı olan 1949’dan itibaren kendisi için en önemli gündem maddelerinden bir tanesini oluşturan Tayvan Sorunu, Amerika’nın muhalefetine rağmen çözülerek Tayvan’ın Ana Karaya dahil olması durumunda Çin, stratejik bir noktayı elde etmiş olacak ve halihazırda deniz yolu ile enerji temin güzergahı üzerinde oluşturduğu askeri üsler ve gelişen deniz kuvvetleri vasıtasıyla da enerjinin nakli sorununu büyük oranda çözmüş olacaktır.
Soğuk Savaş sonrasında devam ettirdiği Çok Yönlü, Bağımsız ve Barışçı Dış Politika çizgisini istikrarlı bir şekilde uyguladığı görülen Çin’nin, Türkistan Devletleri, Hindistan ve Moğolistan ile kurduğu iyi ilişkiler neticesinde sırasıyla Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan ayrılıkçı hareketlerinin önünü kesmesi, güvenliğini tehdit eden iç sorunlarının bir bölümünü giderme fırsatı vermiştir.
Bölgesel güçten küresel egemenliğe sahip süper güç konumuna ulaşabilmek amacıyla Çin’nin, Batı ve Doğu bölgeleri arasındaki yatırım ve gelir eşitsizliği, insan hakları ihlalleri ile nüfus artış hızını yavaşlatma gibi diğer iç sorunlarını çözmek yanında, ekonomik gelişim düzeyini devam ettirebilmesi yönünde ekonomik ve siyasi tedbirleri alması zorunluluğu bulunmaktadır.
Büyük ülkelerin ve imparatorluk geleneğine sahip milletlerin kolay istikamet değiştiremeyecekleri düşünüldüğünde, güçlü bir ekonomik, siyasi ve askeri yapılanmanın getireceği özgüvenle birlikte Çin’de dünya egemenliğine sahip olma arzusu tekrar canlanabilecektir.
Bu arzusunu gerçekleştirebileceği hareket noktasının ise Asya-Pasifik’ten ziyade Türkistan istikametinde olabileceği düşünülmektedir. Büyük güçlerin çoğunlukta olduğu Asya-Pasifik bölgesinde hakimiyet kurma riskine katlanmayarak, enerji ve ticaret yollarının güvenliğinin sağlanması ile yetineceği düşünülen Çin’nin, buna mukabil Türkistan’da her geçen gün artan ekonomik ve siyasi nüfuzunu ilerleyen yıllarda daha da artırarak, bölge üzerindeki etkin konumunu gelişen askeri yapılanmasıyla perçinleyeceği, Türkistan’da hakimiyet kurmayı amaçlayan diğer büyük güçler Amerika ve Rusya’ya karşı avantajlı konumunu muhafaza edeceği değerlendirilmektedir.