1. Dünya Savaşından sonra emperyalist ülkelere karşı mücadele etmek zorunda kalan Türkiye ve Rusya, içinde bulundukları şartlardan ötürü dostça bir ilişki içine girmişti fakat görünürde olan bu dostluğun arkasında karşılıklı çıkarlar söz konusuydu. Esas itibarıyla Türkiye için bu durum, dış politikada yardımlaşma, ama iç politikada Sovyetlerin her türlü ideolojik girişimlerini engelleme esasına dayanmaktaydı.
Türklerin farklı bir dünya görüşünü kabul etmiş Sovyetlerle işbirliği yapmasının hiçbir ideolojik tarafı yoktu. Sadece şartlar bunu gerektiriyordu. Bu doğrultuda, Milli Mücadele sırasında Sovyet Rusya ile yapılan işbirliği, maceradan uzak, gerçekçi, temkinli ve pragmatist bir dış politikanın önemli bir yansımasıydı.
Batı faktörü, her iki devletin de ilişkilerini devam ettirmesini zorunlu kıldı.
Fakat hiçbir zaman bu durum iki devletin birbirlerine tam olarak güvenmelerini sağlamadı.
Çünkü TBMM Hükümeti, özellikle Sovyet Rusya’nın Anadolu’yu Bolşevikleştirme çalışmalarından ve Ermeniler’e destek vermesinden rahatsız oluyordu.
Sovyet Rusya, Anadolu’da kendine bağlı teşkilatlar kurarak, Anadolu’yu Bolşevikleştirmeye ve Anadolu hareketini sosyalist nitelikli bir harekete dönüştürüp, kendi rejimini Anadolu’ya empoze etmeye çalışmaktaydı.
Sovyet yöneticileri, Türkiye’nin emperyalizme karşı savaşmasıyla, Türkiye’nin de Sovyet ideolojisini benimseyebileceğini, böylece bütün İslam dünyasının da kazanılabileceğini düşünüyorlardı.
Sovyet Rusya, Türkiye’nin emperyalizme karşı yaptığı savaşı kazanmasıyla, bütün sömürgelere örnek olabileceğini ve sömürgelerin de ayaklanması sonucu, buraları sömüren Avrupa ülkelerinin fakirleşerek, kapitalizmin çökeceğini ümit ediyordu.
Fakat Mustafa Kemal Milli Mücadelenin ilk günlerinden itibaren emperyalizme karşı yaptıkları savaşın Ruslar’ın istediği şekle dönüştürülemeyeceğinin işaretlerini vererek, Komünizmi reddetmişti. Mustafa Kemal, en başında Türkiye’nin Bolşevikleştirilmesine izin vermeyeceğini Sovyet yardımlarının kesilmesi ihtimaline rağmen göstermişti.
Türkiye, Ruslar’ın Anadolu’daki faaliyetlerine karşı en katı önlemleri alarak, Ruslar’ın Anadolu’yu Bolşevikleştirme çabalarına engel olmaya çalıştı.
Ayrıca Sovyet Rusya, Ermeniler’i de Türkler’le anlaşırken bir koz olarak kullanmak istemiştir. Sovyet Rusya, Doğu Anadolu’daki toprakların bir kısmının Ermenistan’a verilmesini istemiştir. Türkler ise, bunun Misak-ı Milli’ye aykırı olduğunu ve vatanın bir karış toprağının bile Ermeniler’e verilemeyeceğini söyleyerek bunu reddetmiştir. Fakat Ruslar, bu isteklerinde ısrarcı olmaya devam etmişlerdir. Zaten ilk Moskova Görüşmeleri’nin de tıkanma sebebi budur.
Moskova’yla olan görüşmeler tıkanınca, Ermeniler üzerine harekat düzenlenmiş ve Ermeniler’in yenilmesiyle bir müddet Ruslar’ın bu isteklerinin önüne geçilmiştir.
Sovyet Rusya’nın Ermeniler üzerinde bu kadar durmasının ve onlar için Türkiye’den toprak talep etmesinin gerçek sebebi, Ermenistan gibi zayıf bir devletin eline topraklar geçerse, savaş sonrasında bu toprakları o devletten alması kolay olacaktı.
Bütün bunlara rağmen Türkiye, Sovyet Rusya’yla 16 Mart 1921 tarihinde yaptığı barış ve onların yardımları sayesinde doğu sınırlarının güvenliğini sağlayarak, askerlerini Yunanlılar’a karşı savaşmak üzere Batı Cephesi’ne kaydırmıştı. Bu durum Türk ordusunun durumunu kuvvetlendirmiş ve başarılı olmasını sağlayarak, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına katkıda bulunmuştur.
Nitekim Mustafa Kemal de mecliste, Sovyet yardımı söz konusu olduğunda, dış yardımın ulusal bağımsızlık ilkelerimize aykırı olmaması gerektiğini vurgulayarak, rejim farklılığının iki ülke arasındaki yardımlaşmaya ve dostluğa engel oluşturmadığını ifade etmiştir.
Rusya’da bu barıştan kazançlı çıkmıştır. Rusya böyle davranarak, en zayıf yeri olan güney sınırını, İngiltere ve diğer emperyalist devletlere karşı güvenceye almıştır.
Boğazlar konusunda Sovyet Rusya’nın Çarlık Rusyası’nın politikalarını hatırlatan eski tutumu, Lozan’da da kendini göstermiştir. Sovyet Rusya, Lozan’da İtilaf devletlerine karşı Türkler’in yanında bir tavır takınmıştır. Fakat bu durum çok aldatıcıdır. Rusya tarih boyunca kendi kontrolünde olmadığı sürece, Boğazların başka bir güçlü devletin eline geçmesini de istememektedir. Sovyet Rusya’da Milli Mücadele sırasında İngiltere’nin Boğazları ve Kafkasya’yı denetimine almasından son derece rahatsız olduğu için konferansta Türkler’in yanında yer almıştır. Ruslar’ın konferans ilerledikçe Boğazlar konusunda neleri göze alabileceklerini anlayınca, Türkler de Ruslar’ın izlediği politikanın ne kadar tehlikeli olduğunu görerek, 1921 Moskova Anlaşması’nın 5. maddesiyle bağdaştırılması zor olan ve Sovyetler’in Boğazlarda tam egemenliğini savunan tutumuna karşılık, İngilizler’in yanında yer almayı yeğlemişlerdi.
Bolşevik Rusya, Lozan’dan sonra da Çarlık Rusyası’nın siyasetini yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı da uygulamaya çalışmıştı. Türkiye’nin Lozan’dan arta kalan meseleler sebebiyle yalnız kalması ve Milletler Cemiyeti’nin tutumu, Türkiye’yi Sovyetler Birliği ile dostluk ilişkilerini sürdürmeye itmiştir.
Son olarak şunu söyleyebiliriz ki, Milli Mücadele döneminde Rusya’nın TBMM Hükümeti ile yakınlaşması stratejik bir ortaklıktan öteye gitmemiştir.
Rusya, TBMM Hükümeti’ne tam olarak bir dost olmadığı gibi, Türk Hükümeti’de Ruslar’a tam olarak güvenememiştir. Sadece emperyalizme karşı ortak çıkarlar söz konusu olduğu için Milli Mücadele döneminde siyasi arenada yalnız kalmaktansa Bolşevik Rusya ile birlikte hareket etmeyi uygun bulmuştur.