Ruanda Soykırımı Nedir Hakkında Bilgi
Birinci dünya savaşından sonra görülen en korkunç katliamlardan biri Ruanda’da yaşandı.
Ruanda Soykırımı, Ruanda’da 1994 yılında 100 gün içerisinde 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu’nun, aşırı uç Hutular tarafından öldürülmesi olayıdır.
Fransa, soykırımı gerçekleştiren Hutu hükümetinin o dönem içerisinde en yakın dostu ve destekçisi olması sebebiyle Ruanda Soykırımı’ndan en fazla sorumlu tutulan ülkedir.
Belçika, Ruanda ve Burundi’yi, 1962 yılında her iki devlet bağımsızlıklarını kazanana kadar yönetti. Bu dönemdeki Belçika yönetimi tıpkı İngilizlerin Güney Afrika Cumhuriyeti’nde uyguladıkları gibi, yerli halk üzerinde acımasız ve adaletsiz olmakla suçlanmıştır.
Ruanda, topraklarında yaklaşık bir milyon insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan soykırım trajedisini yaşamış bir ülkedir.
Ruanda’nın geri kalmış görüntüsü ve soykırım eylemlerinde öldürmek için kullanılan araçların ilkel tarım aletlerini de içeriyor olması, burada 1994’te gerçekleşen soykırımın aslında, kabileler arası eski çağlardan kalma nefretlerin bir sonucu olduğu fikri soykırımın modern söylemlerle tanımlanmış bir suç olması dolayısıyla yanlışlanmış olmaktadır.
Buna ek olarak, Hutu ve Tutsi olarak ayrılan kimlikler koloni öncesi dönemde var olsa da bunların bir ırk olarak kategorize edilmesi koloni dönemine rastlamaktadır. Bu tür bir sınıflandırma başlıbaşına modern bir kategorizasyon biçimidir.
Ruanda’daki şiddet olayları tam anlamıyla modern söylemler ve pratiklerin artışı ve bu doğrultuda gücü kimin kontrol edeceği, devleti kimin yöneteceği çerçevesinde gerçekleşmiştir.
Kolonileştirilmiş bir devlet olarak Ruanda örneğini modern devleti tanımlayan özelliklerle açıklamaya çalıştığımızda devlet özelliklerini ayrı ayrı ele almak gerekir. Ruanda klasik anlamıyla devlet olma özelliğine sahiptir. Belli bir coğrafi alanda hâkimiyet kurabilmiş olan siyasi bir oluşumdur ve bu coğrafi alanda yaşayan insan topluluklarını yönetmek üzere kurulmuş olan kurumlara sahiptir. Ancak asker ve polis gücü, ekonomisi, toplumsal ve kültürel yapısı gibi açılardan bakıldığında modern devleti tanımlayan özelliklerden hiçbirine sahip değildir. Askeri gücü de teknolojik ve eğitimli personel açısından çok zayıftır. Üstelik kuruluşları ve toplumsal yapıları itibariyle ve Avrupa devletlerinin modern devlet olma süreçlerini açıklamak için kullanılan kavramsal çerçevelerin hiçbirisi Ruanda örneğine uymamaktadır. Ancak şiddet tekelini elinde bulundurma, emir verme ve itaati sağlama, gözetleme, sınıflandırma ve halkı kayıt altına alma, söylem oluşturabilme yönlerinden bakıldığında modern devletin sahip olduğu yönetim araçlarına sahiptir. Bunu, kendisine koloni devletlerinden miras kalan sınıflandırma, kayıt altına alma gibi yöntemlerle, koloni dönemi öncesinde de var olan itaate büyük önem veren kültürel yapı, coğrafi temele dayalı hiyerarşik gözetleme yöntemleriyle birleştirebilmiştir. Batıda gelişen, dünyaya yayılan ve koloni yönetimlerince Ruanda’da egemen ideoloji haline gelen ırk temelinde düşünüş ve devletin kontrol gücünün, gözetim kapasitesinin artması Ruanda örneğini açıklayıcı en önemli ek iki etmen olmuştur. Bu sayede, ancak modern devletlerde rastlanabilen bir özellik olan devletin gündelik yaşama güçlü biçimde nüfuz etmesi özelliğine sahip olmuştur.
Sonuç olarak Ruanda, modern olmayan görüntüsü ve kurumlarıyla fakat modern devletin sahip olabildiği yönetim tekniklerine sahip olması sebebiyle tam da modern sayılan bir şiddet türünün ortaya çıktığı bir mekân olmuştur. Hatta aynı mekanda yine bir modern hukuk yapısı dâhilinde olan Uluslararası Ceza Mahkemesi aracılığıyla da soykırım eylemlerine karışanlar yargılanmaya ve cezalandırılmaya başlanmıştır. Davaların birçoğu halen devam etmektedir.