Dünyada genetik yapısı değiştirilmiş canlıların ve bunlardan elde edilen gıdaların dağılımı hızla artmaktadır. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar; bisküvi, kraker, puding, bitkisel yağ, bebek mamaları, şekerleme, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvanlardan elde edilen gıdalar ile pamuk GDO’lu olma riski taşıyan tarımsal ürünlerin başında gelmektedir.
Hızla artan Alzheimer hastalığının büyük ölçüde GDO’lu ürünlerle ilişkilendirilmesi, durumun zaman içinde yükselen bir tehdit boyutunun da olduğunu gözler önüne seriyor.
Söz konusu olan materyalin etkileyeceği ve belkide geri dönülemez hasarlara yol açacağı varlık, bizzat insanın ta kendisidir. O halde konu tamamen insan varlığının geleceği ile ilgilidir. Sürekli yüksek oranda alkol kullanan insanda görülecek olan hasarlar, bazen 40-50 yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Acaba geliştirilen GDO’ların etkisi kaç yıl sonra ortaya çıkacak veya insan genetiğini de etkileyecek kuşaklar arasında bir deformasyona neden olmayacağı nasıl garanti edilecektir?
Türkiye açısından ele alacak olursak; konu hakkında yeterli verilere ulaşmadan sırf ekonomik kaygılarla bu ürünlere dört elle sarılmak doğru olmadığı gibi tam anlamıyla bu teknolojinin dışında kalmak da mantıklı görünmüyor. Ayrıca, Türkiye’nin buğday, arpa, baklagiller ve şeker pancarı gibi ana besin kaynaklarını oluşturan bitkilerin dışında birçok meyve ve sebzenin de doğal gen kaynaklarının bulunduğu bir ülke olduğu Alzheimer hastalığı bellek, dil ve mantıklı düşünme de dahil olmak üzere bütün zihinsel yetilerde ilerleyici kötülemeye, gündelik etkinlikleri ve davranışları yerine getirme yetisinde değişikliklerin eşlik ettiği bir hastalıktır.
GDO’lu ürünler doğal olmayan çevre kirliliği oluşturmakta, diğer bitki formlarını etkilemekte, ekosistemi değiştirmekte ve önemli oranda sosyo-ekonomik sıkıntılar yaratmaktadır.
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar göz önüne alındığında, biyoteknolojik ürünlerin kullanımı ve çevreye salınımı konusunda daha duyarlı yaklaşılması gereği ortaya çıkmaktadır.
Bu konuda alınabilecek önlemleri ise şu şekilde sıralayabiliriz:
GDO’lu tohumların kontrolsüz alanlarda ekimine izin verilmemeli,
Gümrüklerde, iç piyasada etkin bir denetim sistemi kurulmalı,
Türkiye’de GDO’lu ürünler konusunda kendi araştırmalarını yapmalı, teknolojisini kendi üretmeli,
Tarımda, girdiden çıktıya, tüm alanlarda bağımlılık zincirini kıran, kendi potansiyelini kullanan bir politika izlenmelidir.
Türkiye’de biyogüvenliğin sağlanabilmesi için yapılması gerekenleri tarımda ve hayvancılıkta modern biyoteknolojinin herhangi bir riske sebep olmayacak şekilde kullanılması, bu teknolojinin kullanımında ve uygulanmasında biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilirliğinin devamının sağlanması şeklinde özetlenebilir. Bunu gerçekleştirmenin en akılcı yolu ise Cartagena Biyogüvenlik Protokolünün gereklerini yerine getirmek olacaktır.