2004’ün sonlarına varıldığında Türkiye’de birçok sektör adeta bir Çin malları istilası ile karşı karşıya kalmıştır. Her 100 oyuncağın 95’i, 100 gözlüğün 45’i, 100 halının 25’i, 100 klimanın 50’si Çin malıdır.
İşletme sahipleri, özellikle gümrük kapılarında kaçak girişlerin oldukça yoğun yaşandığını öne sürmektedir. Gümrüklerin ötesinde bu kalitesiz Çin mallarının Türk pazarına girişinden kim sorumludur? Sorunun cevabı yine işadamlarından geliyor; “Türkler”.
Çünkü Türk ithalatçılar, bulunabilecek en ucuz malların peşine düşüyor ve onları Türkiye’de yüzde 100’ün üstünde kârlarla satıyor. Burada satış fiyatlarını ithalatçılar belirledikleri için pazarın kaymağını alıyorlar.
Çin’den yapılan ithalatın, iç pazarı bozucu etkiler yaptığı ve bazı sektörlerde ciddi tahribatlar yaptığı, onlarca sektörde mallarla rekabet dilemeyecek kadar düşük fiyatlarla karşılaşılmıştır. Çoğu malın gerçek fiyatı ile gümrükte beyan edilen fiyatları farklı olduğu ortaya çıkmıştır. Yani düşük beyan söz konusudur. Öte yandan, Çin’de yaygın olan marka taklidi ve kopya endüstri, bir çok malın standartlara ve teknik düzenlemelere aykırı olması sonucunu doğurmaktadır. Garanti belgesi, servis yetersizliği, uluslararası standartlara aykırılık ve kayıt dışı, usulsüz girişler bakanlıklar ve diğer kamu kuruluşlarını bu konuda tedbir almaya yöneltmiştir. Ülkemizde ki rakip olan malların fiyatlarıyla karşılaştırdığımız da bunların daha düşük fiyattan piyasaya sunulduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliriz.
Çin mallarını iki kategoride incelemek yerinde olur. Birincisi, üzerinde Çin malı (made in china, made in prc) damgasını taşıyan mallar, ikincisi ise dünya pazarlarında tanınan ünlü markaların taklitleri.
Birçok ithalatçı firmanın ithal edecekleri ürünleri tespit ederken kârlılığın yanı sıra ürün güvenliği ve kaliteye ilişkin olarak hazırlanan teknik düzenlemelere uygunluk konusunda dikkat etmeleri gerektiğinden kalitesiz ürünlerin fiyat avantajı kalkmaktadır. Bununla beraber, malın üretim yeri, cinsi, satış fiyatı hakkında tüketicilerin bilgi edinmelerini sağlayacak biçimde hazırlanan etiket, tarife ve fiyat listeleri uygulaması ile tüketiciler malın üretildiği yeri tespit edebilmektedir.
Türk malı kullanma bilincinin arttığı günümüzde, etiketlerin üzerindeki üretim yeri bilgilerinin tüketici talepleri üzerinde önemli bir rol oynayacağı düşünülmektedir.
Türkiye’de henüz internet üzerinden yapılan satışlarda ürün açıklamalarında ürünlerin hangi ülkede üretildiği açıklaması zorunlu değil. Bu açıklama zorunlu olursa yerli ürünlere yönelme artacak. Çin’de üretilen ürünler kalitesiz olması dışında sağlığa çok zararlı. Artık insanlar satın aldıkları ürünlerin çin’de üretilmesini istemiyor. Bu konuda ilk adımı Casio markası attı. Japon firması Casio daha önce üretim fabrikalarını çin’e taşımıştı daha sonra gelen tepkilerin ardından tüm fabrikalarını Japonya’ya taşıdı ve artık ürettiği tüm ürünlere Japon Malı damgası vurulacak.
Neredeyse bütün dünya, Çin çıkışlı hemen hemen tamamı taklit olan ürünlerin istilasına uğramaktadır.
Çin mallarının girmediği sektör neredeyse kalmadı gibi. Yapılan araştırmalara göre Çin malları, Türkiye’de en çok oyuncak ve inşaat malzemeleri sektörünü etkilemiş gözükmektedir. Konfeksiyon en çok etkilenen bir diğer sektörümüzdür. Süs eşyasından kaleme, ayakkabıya, çakmaklara, tencere-tavadan çatal ve kaşıklara, elektronik bilgisayar malzemelerinden buharlı ütülere, telefon cihazlarından musluklara, çanta ve valizlere, diş fırçaları ve şapkaya kadar uzanan geniş bir mal çeşitliliğini ve derinliğini görmek mümkün.
Çevremize baktığımızda endüstriyel Çin mallarının yayıldığını fark edebiliriz. Kimyevi madde, ecza ürünleri, motorlu taşıt ve yedek parçalarda vb. Türkiye’de halihazırda gelen ürünlerde iç piyasada üretici firmaları en fazla zorlayan ürünlerin başında bisiklet, musluk, telefon bataryaları, seramik ve porselen ürünleri ile çeşitli türde kurşun ve tükenmez kalemler, valizler, çantalar, güneş gözlükleri çerçevesi ve bunların aksamları gelmektedir. Kırtasiye, marka sahteciliğinin görüldüğü sektörlerin başında gelmektedir. Bunların yanında; çakmak ve aksamları, boru bağlantı parçaları, duvar saatleri, akrilik minik battaniyeler, bantlar, bisiklet iç ve dış lastikleri, motosiklet iç ve dış lastikleri, kapı kilitleri, cam kapaklar, gemi zincirleri, çocuk arabaları en çok ithal edilen ve ulusal perakende pazarımızı zorlayan ürünler olarak görülmektedir.
Ülkemizin büyük şehirlerinde bizzat Çinli satıcıların faaliyet göstermesi kişisel satış, müşteri ilişkileri ve reklamlarını kendilerinin yaptığının en güzel örneğidir.
Çin mallarının yurdumuza kaçak yollarla girdiği gibi serbest bölgelerden, gümrükler vasıtasıyla yapılan geçici ithalat işlemleriyle, elle paketleme ile yurda mal sokulması, hammaddenin farklı kaynaklardan farklı yollarla Türkiye’ye getirip burada birleştirilmesi şeklinde sıralamak mümkündür. Monte edilmemiş vaziyette gelip burada monte edilen ürünlerde bulunmaktadır. Özellikle elektrik malzemelerinde, fotoğraf malzemelerinde, motorlu taşıt ve yedek parçalarda bunlara raslanmaktadır.
Bunun yanında konteynırların kullanıldığını da unutmamak gerekir. İthal edilen mal miktarını düşük gösterip gümrükten fazla mal sokmak diğer mal girdirme yöntemidir. Tahtakale’de Çin’ den mal getiren Türk işadamlarının sayısı oldukça fazladır. Bunlar toptancı-depo görevini üstlenmiş olup, ülkemize buradan dağıtım yapılmaktadır. Aynı zamanda nakliye şirketleri, aracı olarak mal getirmede özel görev yapmaktadır. Yapılan araştırmalarda İstanbul’da yaklaşık 1000 Çinlinin kişisel satış yaptığı belirtilmektedir. Bu Çinlilerin pazara doğrudan kendilerinin hem ihracatçı hem de perakendeci rolü oynadıklarının bir ispatı olarak düşünülebilir. Yurdumuzda Çin mallarında daha çok yaygın veya yoğun dağıtım uygulandığı görülmektedir.
Dış ticaret açığının nedeni Çinlilerin daha fazla satmasından değil, Türk ekonomisinin daha fazla talebinden kaynaklanıyor. Bu talebin dengelenmesinin yolu ise, üretimi teşvik ederek daha fazla üretmek, Çin’den alınan malı burada ucuza imal etmek. Bu konuda Türkiye, dinamik nüfusu ve istihdam bekleyen geniş kitleleri dolayısıyla emek açısından diğer ülkelerden daha avantajlı olduğu ifade edilmektedir. Talep edilen ücret düzeyi Çin’deki gibi 50 dolarlarda değil ama Avrupa’daki 3 bin 500 avro da değil. Pazarlar ve batılı dünya ile iç içeliği de düşünülürse geriye sadece, tüketimin değil üretimin ön plana çıkarılması kalıyor.
Çin malları ile rekabet edebilme yolunun, Türkiye’de üretim, istihdam, enerji, hammadde ve sermaye maliyetlerinin makul düzeylere indirilmesi olduğu belirtilmektedir.
Garanti, servis, bakım, onarım, yedek parça stoku gibi konularda Çin ‘den ithal edilecek mallar için özel olarak istenecek hususların tespit edilmesi ve Çin malları için “asgari fiyat düzeyi” belirlenmesi gerekiyor.
Özellikle gümrüklerde beyan edilen faturalar üzerindeki fiyatlar ile dünya pazarlarındaki gerçek fiyatların karşılaştırmalı olarak izlenmesi gerekiyor ve Önemli olan, dampinge karşı vergiler, ithalatta korunma önlemleri, kota ve gözetim önlemleri diğer imkanlardan oluşan önlemlerin zamanında, kararlılıkla ve uygun kapsamda uygulanması ve bu çerçevede bir piyasa gözetim ve denetim mekanizmasının kurulması gerektiğini ifade etmektedir.
Çin’in oluşturduğu haksız rekabetle mücadelenin yolunu Türkiye’yi fasonlaşmaktan kurtarmakta bulanların yanında halkı bilinçlendirme yolunu seçmek gerektiğini düşünenler de vardır.
Bunun yanında; mallar için asgari fiyat uygulamasına gidilebilir. Yani, belli bir malı daha ucuza satmak mümkün olmayacak. Garanti belgesi, servis zorunluluğu, TSE damgasının şart konulması gibi önlemler alınmalı. Ayrıca, önemli olan gümrüklerde denetim arttırılmalıdır. Türkiye’deki ithalat artışına yüzde kısıtlama getirilerek pazarın tehdit edilmesinin ve üreticiyi zor durumda bırakmanın önüne geçilebilir.