Türkiye ve Dünya’da gelir dağılımı eşitsizliğinin sebepleri; çalışma yoğunluğundaki farklılıklar, çeşitli rizikoları kabullenebilmek, işin özelliği dolayısıyla ücretlerin farklılaşması, eğitim sistemi ve tarzı, bireyin iş tecrübesi, aileden gelen servetin çözülmesi, piyasada değişen koşullardaki rekabet, bölgelere göre değişen gelişmişlik düzeyi, şans olacaktır.
BM 2006 yılı İnsani Gelişme Raporu ile dünya üzerindeki gelir dağılımı adaletsizliğini ortaya konulmuştur. Dünya nüfusunun yüzde 80’i ortalama Dünya geliri olan 5 bin 533 dolardan daha düşük gelir elde ederken Dünyanın en zengin ilk 500 kişisinin yıllık geliri servetleri hariç 100 Milyar doları aşmaktadır. Bu rakam Dünya’nın en fakir 416 Milyon kişinin yıllık geliri toplamına eşit.
Bir ülkedeki gelir dağılımı eşitsizliği o ülkenin ekonomisinin ne kadar kırılgan olduğuyla da ilişkili.
Devlet ekonomiye ne kadar çok karışırsa ekonomide kendiliğinden doğacak piyasa düzeni de o kadar gecikecektir. Bir diğer önemli nokta da ülke ekonomisinin ne kadar dışarıya açık olduğudur. Ülkelerin eşitsiz gelir dağılımı durumunda eğitimin payı da yadsınamaz.
Ülke hükümetlerinin ortaya koyduğu yeniden dağıtım politikalarıyla birlikte devletin ekonomiye karışması hatta ekonominin içerisinde yer alması daha da artmıştır. Bu durum piyasa ekonomilerinde geri dönülemez bazı sonuçlara yol açmıştır.
Türkiye, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanından itibaren liberal ekonomik sistem anlayışını benimsemiş ve bundan sonra piyasa ekonomisine uygun davranan sosyal bir hukuk devleti olacağı açıklanmıştır.
Gelir dağılımında adaletsizliğin giderilememesi durumunda bu sorunun giderek büyüyeceği, toplumun huzurunu ve ülkenin gelişmesini olumsuz yönde etkilemeye devam edecektir.
Bir ülkenin ekonomisinin kırılgan, gelir dağılımının da eşitsiz olması ekonomik birimler ve firmalar üzerinde önemli değişikliklere sebep olacaktır.
Kaybolan gelirin telafisi ise aile reisinin ikinci bir iş bulması, kadının işgücü pazarına girmesi, hane halkından emekli olan yaşça büyük kişinin tekrar çalışan nüfusa dahil olması ve en önemlisi eğitimini devam ettiren çocuğun çalışmaya zorlanması veya eğitim hayatına hiçbir zaman girememesi şeklinde gerçekleşmektedir.
Hanehalklarının gelirlerini artırmak için istihdamı artırma çabalarının başında çocuk yaşta çalışanlar gelmektedir.
Çalışan çocuk, psiko-sosyal gelişim açısından da risk altındadır. Dış görünüşe çok önem verilen bir dönem olan ergenlikte, çalışan çocukta görülen gelişme gerilikleri, yaşıtlarıyla aynı şeyleri yapamamak(okul,oyun ve arkadaşlarından ayrı kalma) ya da çevrenin onlara karşı bakış açısı, onları psikolojik olarak etkilemektedir ve aşağılık duygusuna kapılmalarına neden olabilmektedir. Çalışma çocuğun zihinsel gelişimini de risk altına sokmaktadır. Çocuğun yeni şeyleri öğrenmekle geçireceği süreyi günlük rutin işler yaparak geçirmesi, çocuğun zihinsel gelişimini(problem çözme yeteneği, öğrenme becerisini geliştirmeyi) engellemektedir. Çocukların erken yaşlarda zor ve tehlikeli koşullarda çalıştırılmaları, çocukların çocukluklarını yaşayamamalarına, eğitimden uzaklaşmalarına, fiziksel ve ruhsal gelişimlerinin olumsuz etkilenmesinin yanı sıra çeşitli istismara uğramalarına da yol açmaktadır.
Kaynakların verimli ve rasyonel kullanılması teknoloji ve eğitimli işgücü ile mümkündür. Eğitim hakları elinden alınmamış, mesleklerini ve yaşam biçimlerini seçme haklarına sahip çocuk ve gençlerin oluşturacağı, nitelikli ve sağlıklı işgücü ile Türkiye hem kalkınacak hem de gelecekte daha gelişmiş bir ülke olacaktır.