Büyük Çerkes Göçü, İngiliz ve Rus imparatorluklarının 19. yüzyıl boyunca Doğu Akdeniz’de hegemonya kurma mücadelesi içinde birbirlerine karşı yürüttükleri rekabetin dinamiklerini yansıtan bir niteliğe sahiptir. Tam da aynı nedenle Osmanlı Devleti’nin Çerkes göçü dolayımıyla ifadesini bulan finansal, yönetsel ve hatta diplomatik yetersizlikleri aslında imparatorluğun 19. yüzyıl boyunca Batılı Büyük Devletlerin nüfuz mücadelesine konu olmasına yani Şark Meselesinin nesnesi ve eylem alanı haline gelmesine neden olan yapısal problemlerinin de bir ifadesidir.
Osmanlı İmparatorluğu için İran’la olan mücadelesinde her zaman stratejik önemi haiz olmuş olan Güney Kafkasya’nın aksine, Kuzey Kafkasya, Küçük Kaynarca (1774) Antlaşması’na gelinceye kadar Osmanlılar için neredeyse hiç bir dönemde ilgi odağı olmamıştı. Kırım ve Kuban’ın bu antlaşmayla Rusya’ya verilmesi Kuzey Kafkasya yani Batı Çerkezistan olarak bilinen bölgeyi Osmanlı’nın Rusya karşısındaki birincil savunma hattına, dolayısıyla da ilgilenilmesi gereken bir coğrafyaya dönüştürdü. Bu doğrultuda Osmanlı İmparatorluğu bölgedeki savunma mevzilerini güçlendirmeye ve Çerkesler arasında Osmanlı sempatisi ve taraftarlığını artıracağını düşündüğü propaganda faaliyetleri yürütmeye girişti. Diğer yandan da Çerkeslerle yapılan ticaretin daha etkin ve kesintisiz biçimde sürdürülmesi için gerekli tedbirler alındı.
Böylesi bir konjonktürde Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Kafkasya’daki Rus ilerleyişi ve Çerkeslerle girilen çatışmalar karşısında Rusya’yı protesto ya da tehdit edip uyaracak ve Çerkes davasına sahip çıkacak şekilde aktif bir politika izlemesini beklemek mümkün görünmüyordu. Osmanlı İmparatorluğu Şark Meselesinin çizdiği çerçevede adım adım Avrupalı büyük devletlerin üzerinde rekabet edip güçlerini deneyebilecekleri bir müdahale ve mücadele alanı haline gelirken kendi içine kapanmakta ve özellikle Rusya’ya karşı “dostane ilişkiler” çerçevesinin dışına taşabilecek herhangi bir tavır içine girmemeye özen göstermekteydi.
Rusya, Kuzey Kafkasyanın yerli halkı olan Çerkesleri dize getirilmesi ve bir an önce Rus egemenliğine tabi kılınması gereken başıboş ve ilkel bir topluluk olarak görüyor ve Çerkeslere karşı yürütülen savaşın Rusya’nın bir iç meselesi olduğunu ileri sürüyordu.
Çerkesler ise yaklaşık 35 yıl sürecek olan direnişleri boyunca hep Osmanlı’nın, ama özellikle de Şark Meselesinin baş aktörü konumundaki İngiltere’nin duruma kendileri lehine doğrudan müdahalede bulunmasını ve Rusya’yı Çerkezistan’ın bağımsızlığını tanımaya ikna etmesini bekleyecekler fakat beklenilen aktif destek Kırım Savaşı dönemi hariçte tutulmak üzere hiç bir zaman gelmeyecekti.
21 Mayıs 1864 tarihi, Çerkes boylarınca on yıllardır sürdürülen direniş savaşlarının noktalandığı tarihtir. Bu tarihten itibaren sürgün biçimine dönüşen kitlesel göç; Anadolu, Balkanlar ve Ortadoğu’ya yönlendirilmiş ve uygulaması ve sonuçlarıyla tarihin en büyük dramlarından birini oluşturmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak kaybetme sürecinde, özellikle 19. yüzyıl boyunca gerek Rusya tarafından ele geçirilen topraklarda gerekse yeni ulus devletlerin (beylik ve krallıkların) kurulduğu Balkanlarda, Türkler ve diğer Müslüman topluluklar göçe zorlanmış ve sıklıkla da katliamlara maruz kalmışlardır.
Müslümanların maruz kaldığı bu muameleler gayrimeşru politikalar olarak görülmeyip açık bir şekilde yürütülmüş, hatta anlaşma ve protokollerde bile yer almıştır. Öyle ki Mora İsyanı esnasında Müslümanların katledilmeleri bir yana, 1826 San Petersburg Protokolü’yle Rusya ve İngiltere, kurulacak Yunan devletindeki Müslümanların tehcirini kararlaştırmıştır.
1864 tarihinden itibaren Osmanlı Devleti’ne göç etmekten başka seçenekleri kalmayan Çerkesler, 21 Mayıs 1864’ü büyük sürgün yılı olarak kabul ederler. Bu tarihten itibaren Çerkes kabilelerinin büyük bir çoğunluğu zorla Osmanlı topraklarına göç ettirilmiştir. Artık umutları tükenen Kafkas halkı, kendilerine tanınan süre içinde hiçbir sağlık önlemi alınmadan, varını yoğunu terk ederek daha yola çıkmadan açlık ve sefaletten kırılarak Karadeniz limanlarına yığılırlar. Aslında bu tarihten önce de Osmanlı Devleti’ne peyderpey göçler olmuştu. Ancak bu tarihte Kafkas halkının direnişi sona erdiğinden göç, bir mecburiyet şeklini almış ve özellikle 1864’ten sonra hızlanarak 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar yoğun bir şekilde devam etmiştir.
Göçün ilk dönemlerde sadece 40 bin ila 50 bin arasında Çerkesin kademeli olarak gelmesi beklenirken 1858-1864 arası bu rakam 400 bine ulaşmıştır.
1866 yılına kadar ölümlere rağmen bir milyona ulaşan oran kimi kaynaklarda bir milyon 200 bini bulmaktadır. Ancak bu rakamların deniz yoluyla gelenleri kapsadığını, kara yoluyla gelenlerin istatistiklere geçmediğini de unutmamak gerekir.
Deniz yolunun yanı sıra Kars, Ardahan ve Batum taraflarına kara yoluyla göçler olmuştur. Bu bölgelere yerleşen göçmenlerin çoğunluğunun 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından Anadolu’nun iç kesimlerine kaydıkları görülür. 1864-1879 arası yaklaşık 2 milyon Çerkesin Osmanlı topraklarına göç ettiği, ancak bunlardan yalnızca 1 milyon 500 bininin hayatta kaldığı görülmektedir.
Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu şartların olumsuzluğuna rağmen Kafkas göçmenlerini kabul etmiş ve iskân bölgelerine yerleştirene kadar her türlü sorunlarıyla ilgilenmiştir.
Göçmenlerin Osmanlı’nın Anadolu, Rumeli ve Arabistan’daki topraklarına yerleştirildikleri arşiv kaynaklarından da anlaşılmaktadır. 1863-1865 tarihleri arasında Rumeli taraflarında önce Kuzey ve Orta Dobruca’da Tulça, Babadağ ve Boğazköy ve Köstence’ye; sonra da Varna ve Rusçuk, Nicopolis, Vidin, Silistre, Şumnu Niş ve Sofya çevresine; Makedonya ve Trakya çevresinde ise Selanik, Serez ve Larissa çevresine yerleştirilen Çerkeslerin, Anadolu’da Diyarbakır, Mardin, Adapazarı, Erzurum, Çorum, Çankırı, Bursa, Eskişehir, Adana ve devletin Arabistan topraklarında da Suriye, Ürdün ve Filistin’e yerleştirildikleri bilinmektedir.