Rusya’nın Füze Gücü Gelişti Türkiye’nin Hava Savunma Sistemi Nasıl Olmalı

Rusya'nın Füze Gücü Gelişti Türkiye'nin Hava Savunma Sistemi Nasıl Olmalı

Rusya’nın öncelikli hedefi Orta Doğu üzerinde Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla azalan etkinliğini yeniden güçlendirmektir. Bölgede kendisine doğrudan veya dolaylı yoldan bağlayacağı devletlerle isteklerini rahatlıkla gerçekleştireceğini düşünmektedir.

Başlangıçta varlığından eser kalmayan Rus ordusu, yavaş yavaş terk ettiği yerlere geri dönmeye başlamıştır.

Rusya, Amerika savunmasından gizlenmek için dizayn edilen yeni bir nükleer savaş başlığı üzerinde çalışmaktadır.

Putin, yeni Rus savaş başlığı sisteminin üstünlüğünü şöyle dile getirmektedir; “Hedef alınan ülkede, hava savunma sistemi olup olmadığını umursamadan hedefi tam 12’den vuruyor” Başka bir deyişle, Putin Rusyanın geliştirdiği füzelerin 21. yüzyılın füzeleri olduğunu iddia ediyor.

Putin’in bahsettiği yeni hedef kitlenebilir savaş başlığı, hiçbir ülkenin bugüne dek benzerini yapamadığı, Amerika’nın anti-füze teknolojisine karşı tasarlanmış emsalsiz bir sistem olduğu söylenmektedir. Savaş başlığı konvansiyonel bir balistik roketle uzaya ateşlenmekte ve alışılmış füzelerden farklı olarak, tahmin edilebilir bir yörünge izleyerek yere düşmek yerine, ateşlendikten sonra uzaya çıkmakta ve ardından bir manevrayla yeniden atmosfere dönerek Cruise füzesi gibi hedefini bulmakta olduğu bildirilmektedir. Uzmanlar bu manevra kabiliyetinin Amerika füze savunmasını şaşırtacağını düşünmektedir. Yapılan testler, hedefe kilitlenebilir savaş başlığı prototiplerinin hızının Mach 8’e ulaşmasıyla, hemen hemen yerden vurulmasının imkansız olacağının ilk kanıtlarını sunmuştur.

Bu verilerin ışığında Türkiye’nin sahip olduğu konum ve çevre ülkelerin durumu göz önüne alındığında Türkiye’nin emniyetli bir şekilde bekasını sağlayabilmesi için savunma harcamalarından imtina etmesi söz konusu bile değildir.

Milli ekonomi içinde kamu ekonomisinin payı ülkeler arasında farklılıklar göstermekle birlikte, modern devlet anlayışının geliştiği ülkelerde bu pay hızlı bir artış eğilimindedir. Kamu kesimi, bazı ihtiyaçların devletçe karşılanması zorunluluğundan ortaya çıkmıştır. Kolektif denilen bu ihtiyaçların karşılanmasının kamu kesimine bırakılmasının temel nedeni, bazı mal ve hizmetler için piyasa mekanizmasının işlemesinin imkansızlığıdır. Bu ihtiyaçlardan en önemlilerinden bir tanesi de savunma hizmetleridir.

Doğada çok net biçimde görüleceği üzere, biyolojik ve savunma gereksinimi olmadan saldırganlık dürtüsü ile davranan tek canlı varlık insandır. Kendisine karşı ciddi saldırı tehdidi olmaksızın, ve hatta böyle bir saldırının söz konusu olamayacağı bir durumda bile, konumunu güçlendirmek ve yeniden üretim koşullarını güvence altına almak amacıyla müdahale etmektedir. Bu durumda doğal olarak güvenlik ve savunma ihtiyacı gereksinimini ortaya çıkarmaktadır.

Savunma hizmetleri, her ülke için devletin varlığının, birliğinin ve gücünün korunması yönünden çok önemlidir. Savunma hizmetleri en geniş anlamıyla devletin iç ve dış güvenliğinin ve asayişin temini ve korunması olduğuna göre, bu hizmetlerin ve buna ayrılan savunma harcamalarının ülkenin coğrafi konumuna, jeopolitik ve jeostratejik durumuna, ekonomik, sosyal ve kültürel yapısına ve dünya üzerindeki siyasi oluşumlara bağlı olarak gerçekleştirilmesi zorunludur.

20. yüzyılda bilim ve teknolojide görülen gelişmelerin ortaya çıkardığı çarpıcı sonuç, ülkelerin gelişmişlik seviyeleri itibariyle birbirlerinden kopmaları; küreselleşmenin etkisiyle, sınırların ortadan kalkarak farklı gelişme seviyelerine sahip ülkelerin yeryüzünde bir arada yaşamak zorunda kalmalarıdır. Bu durum 20. yüzyılda ülkelerin ekonomik ve siyasi bütünleşme çabalarını da arttırmış; savunma hizmetleri de böyle karmaşık olaylar ve ilişkiler içinde her ülke için önemini her geçen gün biraz daha arttırmıştır.

Gerçekten küreselleşmeyle birlikte savunma hizmetleri, ülkelerin kendi içinde ve milletler arası siyasi ilişkilerinde ortaya çıkan yeni eğilim, değişim ve dengeleri dikkate almak zorundadır. Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeryüzünde siyasi dengeler değişmiş; yeni siyasi denge arayışları, dünya üzerindeki ülkeleri yeni siyasi birleşme ve bütünleşmelere ve güçlü askeri ittifaklara yöneltmiştir. Başlangıçta bu siyasi bütünleşmeler, önce süper iki gücün(Amerika ve Sovyetler Birliği) etrafında toplanan askeri ittifak(NATO ve Varşova Paktı) ile sürdürülmüş, ayrıca bu iki ittifakın dışında kalan çok sayıda devlet de Bağlantısızlar Topluluğu olarak askeri ve siyasi alanda ortak hareket ile dünya üzerindeki siyasi dengeyi oluşturmuşlardır.

1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla dünya üzerindeki askeri ve siyasi güç dengeleri yeniden değişmiş; Amerika dünya üzerinde tek süper güç olarak kalırken, diğer ülkeler arasında ekonomik, siyasi ve askeri alanda ciddi bir yarış başlamıştır.

İşte bu hassas denge içinde çağdaş bilim ve teknolojinin askeri alanda silahlanma yarışına getirdiği yeni boyutlar, her ülkenin askeri ittifak içindeki yeri ile ittifak dışında kendi askeri gücü yönünden ülkelere oldukça ağır savunma harcamaları maliyeti yüklemektedir. Teknolojik haberleşme araçları da iletişim-etkileşim süreci içinde otaya çıkan bir savunma hizmeti olarak karşımıza çıkmakta ve yüksek bir maliyet gerektirmektedir. Güçlü ve hassas askeri güç dengelerinin korunması için askeri ittifaklar bir yandan amansız bir silahlanma yarışını sürdürürlerken; bir yandan da aynı amaçla, yoğun bir soğuk harp veya propaganda savaşı uygulamaktadırlar. Hatta günümüzdeki etkileşim ve iletişim araçları sayesinde bu tür askeri güç denemesinin veya karşı ittifak içindeki ülkeleri caydırma çabalarının diğerinden daha önemli hale geldiği de söylenmektedir.

Bu karmaşık yapı içinde ve her ülkenin kendi idaresi dışında sürdürülen silahlanma yarışı, ülkelerin milli savunma hizmetlerine bu ihtiyacı karşılayacak seviyede önem ve ağırlık vermelerini zorunlu kılmaktadır. Böyle bir eğilim içinde özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ülkelerin milli savunma hizmetleri için ayırdığı ödenekler yani savunma harcamaları sürekli artış göstererek bugün için toplam kamu harcamalarının yüzde 30’u seviyelerine kadar yükselmiştir. Askeri güç dengesinin korunma arzusu ile silahlanma yarışının aynı hızla devam edeceği kabul edilirse, milli savuma hizmetlerinin de önemini koruyacağı ve hatta arttıracağı çok rahatlıkla söylenebilmektedir.

Türkiye de bu gelişmeler, globalleşen yeni dünya düzeni içersinde savunma hizmetlerini yeni boyutları ve çağdaş gereksinimler doğrultusunda sürdürmeye çalışmaktadır. Türkiye, bir yandan içinde yer aldığı askeri ittifak olan NATO’nun genel savunma ve savaş stratejisine uygun olarak askeri hizmetlere katılırken; Bir yandan da ittifak dışında kendi milli savunma ve savaş sanayini kurmaya ve geliştirmeye çaba göstermektedir.

Günümüzde savunma hizmetlerinin tüm ülkeler için önemli olması savunma harcamalarının artmasında belirleyici bir etken olmaktadır. Öyle ki, Türkiye savunma harcamaları seviyesinde sahip olduğu konum gereği zorunlu olarak ilk sıralardaki ülkeler içerisinde yer almıştır. Savunma harcamalarının miktarı ve talebi sadece güvenlik ile açıklanamamaktadır. Çünkü savunma harcamalarının düzeyini ve yapısını belirleyen çeşitli faktörler bulunmaktadır. Bunların en belirleyici olanlarından bir tanesi jeopolitik, jeostratejik konumdur.

Türkiye’nin bir köprü ülke olması, dünya enerji alanlarını (Orta Doğu, Kafkaslar, İran) denetleme olanağına sahip olduğu için batılı ülkelerin dikkatini çeken, üzerinde önemle durdukları stratejik bir değer ve hedefte olması savunmadan kısıntı yapılmasının önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkmaktadır.

Atatürk milli savunma harcamaları hakkında şunları ifade etmiş “İnsanlık milli savunma harcamalarını zorunlu kılan düşünceleri değiştirecek aşamaya ulaşamamıştır. Maddesel rahat ve mutluluğun birinci koşulu, milli savunma harcamalarını her harcamanın başında tutmayı zorunlu kılar”

Türk Silahlı Kuvvetlerinin vurucu ve caydırıcı gücünü arttırıcı teknolojik silah, araç ve gereç kullanması uygun olacaktır. Ancak yüksek teknolojili silah, araç ve gereç kullanılması iyi eğitimli ve devamlılık arz eden personeli gerektirmektedir. Bu ihtiyacı karşılayacak seviyede profesyonel asker bulundurulması makul bir çözüm olacaktır. Bu da ekstra maliyet ve savunma harcaması anlamına gelmektedir.

Türkiye milli hedeflerini gerçekleştirmeye çalışırken, rasyonel ve akılcı savunma ve kalkınma planlarını yapmak zorundadır.

Savunmaya ayrılan kaynaklar yerli yerine harcanmalıdır. Bu harcamalar en etkili ve en son teknolojiye dayalı projelere yöneltilmeli, bu arada AR-GE harcamaları için hiç bir fedakarlıktan kaçınılmamalıdır. Zira kendi silah teknolojisini geliştirmeden, dışa bağımlı demode silah sistemleri ve ömrünü tüketen araç, gereçlere mukabil sadece asker sayısı ve nitelik üstünlüğü ile milli güvenliğini sonsuza kadar devam ettirilmesi mümkün değildir.

Askeri harcamalar bir ülkenin sigorta harcamalarıdır. Bu harcamalarla sigorta edilen varlıklar ise bağımsızlık, ulusun ve ülkenin bölünmez bütünlüğü, ulusal çıkarlar ve devletin temel ilkeleridir. Bunların değerlerini ölçmek dahi mümkün değildir. Güçlü silahlı kuvvetlerimiz sayesinde bölücü terörün amaçlarına ulaşmasına imkan verilmemekte, Kıbrıs ve Ege’deki ulusal çıkarlarımız caydırıcılık sağlanarak korunmakta, Anayasada belirtilen devletin temel nitelikleri güvence altına alınmaktadır.

Ancak, bu kazanımların korunması, ulusal gücün diğer önemli bir unsuru olan siyasi gücün de aynı istikamette kullanılması halinde mümkün olabilir.

Türkiye’nin askeri harcamaları bazı çevrelerce söylendiği gibi çok yüksek seviyelerde değil, ülkenin coğrafi konumundan kaynaklanan tehdit ortamı, önemli komşu ülkelerin askeri harcamaları ve ülke ekonomisinin büyüklüğü dikkate alındığında makul seviyededir.

Türkiye’nin mevcut kaynaklarını israf etmeden, akılcı, rasyonel, tutarlı planlara dayalı ve milli menfaatlere yöneltilip değerlendirerek kullanması halinde bu amaçlara rahatlıkla ulaşma imkanına sahip olduğu değerlendirilmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir