İspanya’daki İslam Varlığına Nasıl Son Verildi

İspanya'daki İslam Varlığına Nasıl Son Verildi

İspanya’daki İslam Varlığına Nasıl Son Verildi

İspanya’nın Müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra Hıristiyanlar tarafından başlatılan İspanya’yı yeniden ele geçirme hareketi, Tuleytula, Kurtuba ve İşbiliye gibi İslâm şehirlerinin işgal edilmesiyle önemli başarılar kazanmıştır. Bu hareket sebebiyle gün geçtikçe güçlerini yitiren Endülüs Müslümanları, Nasriler’in başkenti Gırnata’nın işgal edilmesiyle İspanya’daki askeri ve siyasi hâkimiyetlerini tamamen kaybetmişlerdir. Bir süre sonra da öz vatanlarında parya durumuna düşürülen Müslümanlar’ın (Moriskolar) Katolik dinini benimsemelerini sağlamak amacıyla İspanyol yönetimi, kilise, engizisyon mahkemesi harekete geçmiştir. Yayımlanan kraliyet fermanlarıyla islama ve Müslümanlar’a ait ne varsa yasaklanmış, kiliseler eğitim ve öğretim faaliyetlerine, engizisyon mahkemesi de mürtedleri(Endülüs Müslümanları için kullanılmaktadır) cezalandırmak için tahkikat ve takibatlarına devam etmiştir. İkna, takip, tehcir ve cezalandırma süreçleri sonunda takiyye yapmak zorunda bırakılan Müslümanların yeterince asimile olmamaları, Hıristiyan toplumuyla entegrasyon konusunda mesafeli durmaları ve İspanya’nın düşmanlarıyla yani Osmanlı, Fransa ve Kuzey Afrika’daki hanedanlıklarla işbirliği yaptıklarına dair inanç, XVII. asrın en acımasız ve gayrı ahlaki süreci olarak tanımlanan toplu sürgün olayını başlatmıştır. Sürgün, İspanya’yı mali, ictimai ve iktisadi kaosa sürüklerken, yurtlarından zorla sürülen yaklaşık 340 bin müslüman için tam bir trajedi olmuş, yolculuk esnasında ve yerleştikleri coğrafyalarda onbinlercesinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanmıştır.

Moriskolar’ın sürgünden önce, komplo içerisinde bulundukları, çeteler kurarak yolları kestikleri, köylere saldırıp kadın ve çocukları kaçırıp katliam yaptıkları, konuştuklarında kutsal imana karşı kuşkular ürettikleri ve kuşkulandıkları, çirkin küfürler savurdukları, papazları işkence ederek öldürdükleri, kutsal simgeleri yok ettikleri ve İspanya’nın siyasi ve dini birliğini tehdit ettikleri ileri sürülerek XVII. asrın en büyük insani dramı başlatılmıştır.

İspanyol yöneticileri, Moriskolar’ın nasıl sürgün edileceklerini, beraberlerinde neleri götürebileceklerini ve çocuklarının durumlarını tartıştıkları halde, sürgün olayının ülke için ne gibi sonuçlar doğuracağını yeterince öngörememişlerdir. Bu nedenle İspanya Arabia felix’den(mesut Arabistan) Arabia Deserta’ya(Arap çölüne) dönüşmüş, siyasi bir gereklilik olarak değerlendirilen sürgün sonrasında ülke, sosyal ve ekonomik kaosa sürüklenmiştir. Kilise ve senyörlerin ciddi gelir kaybına uğraması, devletin bütçe açığını kapatmak için ağır vergiler koyması ve başgösteren kıtlık sebebiyle halkın yarısının meralardaki otlardan beslenmek için sığır sürüleriyle çatışması toplumsal kaosu daha da artırmıştır.

Sürgün hadisesinin bedeli İspanya’nın XVII. asırda ortaya çıkan fırsatları kaçırmasına, sefalet ve fakirlikte son sınırına ulaşarak hem maddi refahını hem de entelektüel gelişimini feda etmesine sebep olmuştur. Menfur islâm inancının kökünü kazıma hedefi doğrultusunda İspanya’nın en kıymetli cevheri olduğu belirtilen dini birlik, sürgün sonrasında gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte aktif rol oynayan İspanyol Kilisesi halkın hayat tarzını şekillendirme fırsatını ele geçirdiği Avrupa’daki ilk ve tek kilise olmuştur. İnsanlığın kaydettiği en barbarca ve gözü kara girişimi olan sürgün, din adamları tarafından İsa’nın yeniden dirilmesine yorumlanmış ve putperestlikten kurtulduğundan beri İspanya için en kutsal hadise olarak değerlendirilmiştir.

Moriskolar’ın sürgün edilmesini, tarihi bir kanunun kaçınılmaz sonucu olarak görmek, yani ontolojik farklılık ya da doku uyuşmazlığının neticesi olarak sürgünü değerlendirmek tarihi gerçekleri göz ardı etmek olacaktır. Şöyle ki; Endülüs Müslümanları Tuleytula’nın işgal edilmesiyle birlikte Hıristiyan yönetiminde dini bir azınlık olarak yüzyıllarca yaşamış, Gırnata’nın işgalinden sonra ise Hıristiyan yöneticilere, takiyye yapmak zorunda bırakılmalarına rağmen itaat etmeye devam etmişlerdir.

Hatta bu süreçte az da olsa din değiştirip Hıristiyan olanlar da sözkonusudur. Dolayısıyla sürgün kaderin kaçınılmaz bir sonucu değil, İspanyol idari ve dini çevrelerinin öteki medeniyete ait olarak değerlendikleri Moriskolar’a karşı tahammülsüzlüğü, kin ve nefretiyle açıklanabilir.

Sürgün, Moriskolar’ın vatanlarını, her türlü mal varlıklarını ve canlarını kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Yüzbinlerce Morisko öz vatanlarından koparılmış, onbinlercesi yolculuk esnasında yapılan saldırılar ve kış şartlarının ağırlığı sebebiyle (açlık ve soğuk can kayıplarında etkili oldu) hayatını kaybetmiştir. Göç ettikleri coğrafyalar arasında Kuzey Afrika (Fas, Tunus ve Cezayir) ile Osmanlı devletinin Avrupa’daki toprakları olan Bosna-Hersek ile İstanbul, Adana, Tarsus gibi şehirler yer almaktadır. Osmanlı topraklarına göç edenlere her türlü yardım yapılmasına rağmen, Kuzey Afrika’da Berberi halkla yaşadıkları entegrasyon sorunu nedeniyle Moriskolar’ın bir kısmı İspanya’ya geri dönmek zorunda kalmıştır. Gerek İspanya’da bir şekilde kalmayı başarabilmiş ve gerekse geri İspanya’ya dönmüş olan Moriskolar’ın tanınması ve cezalandırılmaları için 1625 veya 1630’da Sarakusta’da bir kitapçık hazırlanarak Mağribi ayinlerin tam bir listesi ve tarifi yapılmıştır. Bu durum İspanyol engizisyon mahkemesinin İspanya’da kalan Moriskoları kararlı bir şekilde koğuşturma ve soruşturmaya tabi tuttuğunu göstermektedir. Engizisyonun takibine yakalanan Moriskolar Muhammedi sapıklık ithamıyla hüküm giymişlerdir.

Nasriler’in başkenti Gırnata’nın işgalinden sonra öz yurtlarında parya durumuna düşürülen ve 110 yıl ısrarla sürdürülen bütün asimilasyon çabalarına rağmen varlıklarını gizlice devam ettiren Müslümanlar’ın, ülke için potansiyel bir tehlike arzetmeye devam ettikleri gerekçesiyle aslında, sürmeye aday, çözümü güç bir uygarlık çatışması… kökünden halledilmiştir.

Gırnata’nın işgaliyle(898/1492), XVII. asrın ilk yarısına kadar geçen sürede İspanya’dan yaklaşık 3 milyon Müslüman ülke dışına sürgün edilerek İspanya’daki islam varlığına son verilmiştir.

1913 yılı Osmanlı dönemi pek çok bakımdan 1008 yılı sonrasındaki Endülüs’e benzemektedir.

Endülüs Emevilerin zayıflayıp yıkılmasının belli başlı nedenleri:
Devlet içindeki etnik çatışmalar,
Yönetici ve yönetim sorunları, ordunun kontrolünü kaybetmesi,
Darbeler dönemiyle toplumun üçe bölünmesi,
Halifeliğin ayırıcı bir nitelik kazanması,
Otoritenin sarsılmasıyla her şehir, küçük kaleler bile bağımsızlıklarını ilan ederek devletçiklere bölünüp birlik ve bütünlüğünü kaybetmiştir ve bu devletçikler birbirine düşman edilmiştir,
Bu devletçikler haraca bağlamış, fakirleşen halklar isyan etmiştir. İspanyolların sömürdüğü devletçiklerin tamamen ortadan kaldırılması için bir dizi Haçlı Seferi düzenlenmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir